VATANDAŞIN YÜREĞİNE SU SERPEN KORSAN AF!!!
“Bir bataklık içindeyiz. Ortalık zifiri karanlık. Ne bir ses, ne bir ümit.
Boyuna dibe gömülüyoruz. Anbean ölüme gidiyoruz.”
OktayAkbal – BATAKLIK GEMİSİ
Son zamanlarda özellikle olağanüstü hal ilan edilmesi ve akabinde art arda çıkartılan KHK’ lar ile getirilen birçok yeni uygulamanın, hukukçular tarafından defalarca kez eleştiri bombardımanına tutulduğunu görmemize ve ayrıca bu tarz uygulamaları üzülerek de olsa kanıksamamıza rağmen; 696 sayılı KHK ile getirilen öyle bir düzenleme mevcuttur ki; bu düzenleme devlet felsefesine, hukuk devleti ilkesine, ilhak-ı hak yasağına, anayasal düzenin gereklerine, en ilkel temel haklara dahi aykırılık teşkil etmesi bu yazıyı kaleme alma ihtiyacını doğurmuştur. Bu yazımızda düzenlemenin hukuki, idari ve mali sorumsuzluğunu bir kenara bırakarak sadece cezai sorumluluğun ortadan kaldırılması kısmını ele almakla yetineceğiz.
Tarihin ilk çağlarında kurulan en ilkel devletlerden, günümüz modern devletlerine kadar,devletlerin değişmemiş en büyük asli görevi; ülkesinde yaşayan halkın can vemal güvenliğini, emrinde bulunan kimi zaman atlı süvari, kimi zaman yeniçeri,kimi zaman kolcubaşı, kimi zaman polis veya jandarma gibi silahlı unsurlarıyla sağlamaktır. Zira bir organizasyonun devlet olarak kabulü için, kurulu olduğu ülkede tek egemen güç olması gerekmektedir. Devlet, egemenlik otoritesini sağlayabilmek adına silahlı güç kullanma yetkisine sahip tek organizasyondur. Aksi halde,silahlı grupların ülkenin değişik bölgelerinde egemenlik tesis ederek kendinegöre çeki düzen vermesi ya da oradaki insanlara kendince ceza vermeye kalkması devletin egemenliğine doğrudan müdahaledir. Zira egemen bir devlet,gerektiğinde emrindeki meşru kuvvetlerle silah da kullanıp kamu düzeninisağlar, suç işleyen vatandaşlarını yargı organı vasıtasıyla yargılayıp cezalandırır. İsterse bu suç devletin iyiliği için işlenmiş olsun.
Bilindiği gibi 08.11.2016 tarih 6755sayılı OLAĞANÜSTÜ HAL (Ohal) KAPSAMINDA ALINMASI GEREKEN TEDBİRLERİLE BAZI KURUM VE KURULUŞLARADAİR DÜZENLEME YAPILMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN DEĞİŞTİRİLEREK KABUL EDİLMESİNE DAİRKANUN'da yer alan ve sorumluluk başlıklı 37. maddesine bakıldığında "(1)15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamıniteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev vefiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz."şeklinde eleştiriye açık ve hukuk devleti ilkesi ile çelişen bir sorumsuzlukhali düzenlenmişken; 24.12.2017 tarih 30280 numaralı Resmi Gazetede yürürlüğe giren 696 sayılı OLAĞANÜSTÜ HALKAPSAMINDA BAZI DÜZENLEMELER YAPILMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME'nin 121. maddesi ile yukarıda bahsi geçen 37. maddeye kabulü ve izahı oldukça güç bir ek fıkra getirilmiştir. Bu düzenlemeye göre; “Resmi birsıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır” denilmektedir.
Bu iki düzenlemeden ilki hukuk devletini, ikincisi devleti ortadan kaldırmaktadır. Hukuk devleti açısından bu düzenleme, yargı denetimini dışlamakta ve Anayasa hükümleri ile hukuk devleti ilkelerine açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Sorumluluğu tümden ortadankaldıran bu düzenleme ile yargı yolunun kapatılması; kamu görevlilerinin görev ve fiillerinin “bastırma kapsamında” yeralıp almadığının tespit edilmesi açısından sorunludur. Anayasa’ nın 40. maddesi uygulaması bakımından da: “ Kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksızişlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır” hükmü mevcut durumda artık hükümsüz kalacaktır.
Bu iki düzenlemeyi bir bütün halinde düşündüğümüzde; yürütmenin başı olan siyasi iktidar tarafından terörle mücadele adı altında ucu açık, sınırları belirsiz bir konuda önce kamu görevlilerine bir sorumsuzluk zırhı verilmiştir. Böylelikle, iktidarın terörist olarak kategorize ettiği bir kitleye, devlet aygıtının orantısız ve ölçüsüz her türlü eylem ve işlemde bulunması meşru hale getirilmiştir. Diğer yandan, iktidarın meşruiyetini aldığı halk kitlesine yönelik de ek düzenleme yapılarak; yeri vezamanı geldiğinde iktidarca hedef gösterilip terörist olarak kategorize edilen bir kitleye karşı halkın, "kendi kafasına göre" bir ceza kesmesi,dövmesi, işkence veya eziyette bulunması legal hale dönüştürülmüştür.
Ülkemizde mevcut durum yukarıdaanlatıldığı şekilde iken, burada tartışmalı olan hususlar, 15 - 16 Temmuz 2016 tarihlerinde yaşanılan darbe girişimine müdahale eden ve bu girişimi akamete uğratan vatandaşların protesto gösterisi şeklindeki tavır ve davranışları değildir. Tam aksi bu yasa dışı kalkışmaya girişen askerlere karşı herhangi resmi bir görevi olmayan sivil vatandaşların, silah dahi kullanmak suretiyle müdahale edip hatta onları öldürmek ya da yaralamak gibi işledikleri suçların cezayargılaması dışında bırakılıp bırakılmayacağıdır.
Kolluk kuvvetleri kamu düzenini sağlamak amacıyla gerektiğinde silah da kullanarak en tabi asli görevlerini yerine getirmektedirler. Kolluk kuvvetleri zor kullanma yetkilerini Anayasadan ve kanunlardan almaktadır. Bunun dışında sivil vatandaşların, kamu düzenini ve devleti korumak gibi bir görevleri olmayıp, onların tek görevi devlet aygıtının koyduğu kurallara uyarak, bu düzen içerisinde huzurla yaşamalarıdır. Aksi bir kabul toplumda anarşizmin doğmasına neden olacaktır. Devlet, hem kendi işleyişini hem de toplumsal düzeni korumak için anayasasınca belirlenmiş bir takım enstrümanlara sahiptir. Bunlar polis,jandarma, sahil güvenlik komutanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli İstihbarat Teşkilatı gibi silahlı ve teknik unsurlardır. Modern devletlerin hiç birinde, savaş hali hariç, bu enstrümanlar dışında ne kadar büyük olursa olsun, toplumsal olaylarda vatandaşın beline tabancasını, eline de bıçağını alıp sokağa çıkıp, bu olaylara müdahale etmesi gibi bir kabul yoktur. Böyle bir hareket halkı iç savaşa kadar götürecek kaotik bir ortam yaratıp, olayların daha da büyümesine neden olabilecektir.
Diğer bir husus ise, darbe girişiminindışında devam eden terör eylemlerine vatandaşın müdahale hakkının doğup doğmayacağı, bu müdahalenin hangi terör örgütlerinin hangi tür eylemlerine karşı nerede, nasıl bir müdahale edilmesinin ceza yargılaması dışına bırakılacağıdır. Bilindiği üzere, ülkemizde şuan irili ufaklı birçok siyasi ve dini tandanslı silahlı terör örgütü mevcuttur. Bu örgütler, zaman zaman kitlesel, zaman zamanda bireysel eylemler yaparak can ve mal kaybına neden olmaktadır. Bazı illerimizin bazı bölgelerinin barınak/sığınak yerleri olduğu da bilinmektedir. Bu düzenlemeden hareketle, bir şehirde toplanan yüz binlerce insanın söz konusu örgütlerin yuvalandığı bilinen yerlere silah, sopa ve bıçaklarını almaları suretiyle müdahale edip, burada kendilerine zarar vereceklerini düşündükleri, terörist olarak gördükleri kişileri öldürmeleri, bu yerleri yakmaları, eşyaları yağmalamaları, bu sorumsuzluk kaydından istifade edebilecek midir? Zira KHK dabu tip bir müdahalenin kapsam dışı olduğunu gösterir yer, zaman ve kişi sınırlaması yapılmayarak, tam bir belirsizlik hali ortaya çıkarılmıştır. Daha da vahimi herhangi bir siyasetçinin bir grubu, mezhebi, ırkı terörist olarak kategorize etmesi sonucu, halkın az önce sayılan benzer eylemlere kalkışmasının bu kapsama alınıp alınmayacağı da belli değildir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Söz konusu düzenleme ile aslında suç işleme özgürlüğü ortaya konmuştur. Zira yetkililerce iddia edildiğinin aksine, söz konusu düzenlemenin lafzından ve ruhundan, bu sorumsuzluk kaydının sadece geçmişteki eylemleri kapsamadığı, sadece 1. fıkraya baktığımızda bile bu sorumsuzluğun en azındanOhal bitene kadar süreceği ortadadır.
Enbasit bir referandumda dahi “hayır” oyu verenlerin terörist ilan edildiği;geçmişte Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan ancak daha sonra kumpas mağduru oldukları anlaşılıp “pardon” denilen insanların yaşadığı; bir zamanlar alnı secdeye değiyor, Osmanlı akıncıları gibi görev yapıyorlar denilen kişilerin günümüzde en azılı teröristler olarak tanımlandığı; başka bir deyişle iyi ile kötü, kahraman ile hainin çok çabuk yer değiştirdiği kaygan bir zemine sahip ülkemizde, bu düzenlemenin nasıl kötü sonuçlar vereceğini tahmin etmek mümkün değildir. Zira ülkemizde, diğer modern devletlerin aksine, terör ya da terörist kavramı yargı mercileri tarafından değil; siyasi iktidarlar tarafından tanımlandığı için, bugün vatansever olanların yarın terörist; dün terörist olanların da yarın vatan sever olarak siyasi iktidar tarafından kabul edilmeyeceklerini hiç kimse garanti edemeyecektir.
İşin başka bir yönü ise, maalesef aşırı kutuplaşmış toplumumuzda olaylara bakış açısının da çok keskin farklılıklar arz etmesidir. Öyle ki, Gezi olayları tarzı protesto gösterileri halkın bir kesimi tarafından alkışlanıp desteklenirken;diğer bir kesimi tarafından terörist kabul edilip onların palalı, sopalı saldırılarına hedef olmaktadır. Bu yaşanmış vakıalar bile, ülkemizin ne kadar çabuk bir iç karışıklığa sürüklenebileceğinin en büyük göstergesidir.
Düzenlemeyi yapan yetkililerin söylediği gibi sadece 15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde ve sadece darbe girişimini bastırmak için hareket eden (suç sayılan fiilleri gerçekleştiren) kişilere yönelik bir cezasızlık hali ortaya konulmuş olsa bile, bu durum en masumane haliyle “af” kapsamında değerlendirilebilir. 1982 Anayasası’nın 87. maddesindeki “Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına karar verilebilir” şeklindeki düzenlemesiböyle bir af yetkisinin de Bakanlar Kurulu’na değil TBMM’ye ait olduğunu göstermektedir. Yapılan bu KHK düzenlemesi ile aslında apaçık bir fonksiyon gaspı yapılarak adeta TBMM’ den rol çalınmıştır.
Sonuç olarak, 696 sayılı KHK’nın 121. maddesiyle ek fıkrahalinde getirilen ve sivilleri kapsayan düzenleme, aslında devletin vatandaşlarının can ve mal güvenliğini koruma garantisini veremediğini, topraklarına tam olarak egemen olamadığını bilahare gerektiğinde terör vebenzeri eylemlerde silahlanıp, kendi başının çaresine bakmasını istediğinin ilanıdır. Böyle bir durumda da mevzuatında belirlenen tüm suçların işlenmesi karşısında korsan bir af getirerek, ceza yargılamalarıyla onları cezalandırmayacağının garantisini de vermiş bulunmaktadır. Böylece devlet, suç işlemeyi isteyen ancak müeyyidesi karşısında tereddüte düşen vatandaşının bir nevi yüreğine su serpmiştir!!!
Av. Vildan YİRMİBEŞOĞLU