Töre Cinayetlerini Ancak Bıyıklılar Çözer
Vildan Yirmibeşoğlu
Avukat Vildan Yirmibeşoğlu’nun töre cinayetlerini ele aldığı ‘Toprağa Düşen Sevdalar’ kitabı çıktı. Yirmibeşoğlu, Nimet Çubukçu’nun bir cinayeti önlemek için aşiret reisine nasıl dil döktüğünü anlatıyor.
İstanbul Valiliği’nde İnsan Hakları Masası Başkanlığı yapan Yirmibeşoğlu, Güneydoğu’da yıllarca bulunmuş, bir avukat olarak töre cinayetleri sorununu ancak ‘bıyıklıların’ çözeceğine inandığını söyledi.Yirmibeşoğlu’nun iki kitabı daha sırada.
“…Urfalı Sevda Gök’e tanıklık borcum da vardı. Varsın cinayet davasına müdahil olma talebim reddedilmiş olsun. Sevda Gök, pek çok kişinin bulunduğu bir sokakta yere diz çöktürülmüş ve küçük kardeşi tarafından boğazı kesilmişti!
Tanıklık borcum vardı Kilisli Şenel Habeş’e. Eski kocasının ölüm tehditleri üzerine yanıma gelip yardım istediğinde hukuksal işlemlerini yapmıştım. Ama, bir gece sokakta boğazının kesilmesini engelleyememiştim.”
Namus cinayetleriyle Gaziantep’deki görevi sırasında tanışan Avukat Vildan Yirmibeşoğlu, namus cinayeti yargılamalarına ilişkin yıllar süren araştırmalarını kitaplaştırdı. Çalışmaları yaptığı uzun yıllar boyunca tehditler de alan Yirmibeşoğlu Toprağa Düşen Sevdalar adlı kitabının namus ve töre cinayetlerininin ortadan kaldırılmasına yeni çözümler getirmesini umut ediyor.
300 dava dosyasında 213 kadın, 142 erkek olamak üzere 355 ölüm vakası yer alıyor. Dosyaların ortaya koyduğu gerçek kurbanların yüzde 40’ının 17 yaşından küçük olduğu görülüyor. Sanıkların yüzde 90’a yakını erkek.
Kitabı hazırlarken 300 dava dosyası üzerinde çalışma yaptınız. Bütün bu çalışmalardan yola çıkarak “namusun genel geçer tanımı şudur” diyebilir misiniz?
Namusun genel geçer bir tanımı olmadığını gördüm. Bana sorarsanız “namus dürüstlüktür, düzgün ahlâktır” derim ama onların anlayışına baktığınız zaman- onlar dediğim araştırma yaptığım dosyalardaki insanların ifadeleri veya bizzat yaptığım mülakatlarda- namus deyince, “ailem” diyor, “namus her şeydir, namus kadının kurallara uymasıdır, namus ailedir” diyorlar.
Bazılarına göre ise namus, kadına çizilen sınırlar… Yani kızlar dışarıya çıktığı, sokakta yürümeye başladığı zaman ailesinden kimse yanında yoksa dahi kötü gözle bakılabiliyor. Kendileri hakkında laf söylenir diye genç kızlar komşuya, arkadaşlarına gidemiyorlar. Laf söylenince namusları lekelenecek, aile şerefi zedelenecek.
MEDENİ NİKAHLA EVLENİYOR AMA AİLE İNSAF ETMİYOR
İstediği kişiyle evlenebilmek için evden kaçan, medeni nikaha evlenen genç bir kadın, tesesttürlü üstelik, sadece ailesinin istediği kişiyle evlenmediği için kendi sevdiği biriyle resmi nikahla evlenmiş… Ama ailenin küçük erkek ferdi, kızkardeşini aileyle barıştırmak bahanesiyle eve götürmeye ikna ediyor. Eşi, “gitme, seni öldürürler” dediğinde, “Ailemi özledim, onlar da belki doğacak torunları adına barışmayı istiyorlardır” diyerek kocasını ikna ediyor ve erekek kardeşine inanıp birlikte ailesinin evine giderken çok yakın bir mesafede tüfekle öldürülüyor. Burada tesettürlü genç bir kadın resmi nikahla evlenmiş ve karnında bebek taşıyor. Toplum tarafından da meşru kabul edilen bir ilişki sözkonusu burada. Bunlara rağmen aile insaf etmiyor.
Burada sorun ne, başlık parası mı?
Birkaç sebep var. Ailenin gücünün elinden alınmasına karşı bir direnişi diye düşünüyorum. Bu gücü ister maddi anlamda, ister manevi- psikolojik anlamda düşünün; kızlar yaşamasınlar, diğerlerine gözdağı olsun anlayışı var. Bu anlayış geniş akraba toplulukları içinde yaşayan topluluklarda çok daha yaygın.
“..14 yaşındaki Mehmet, yanındakilerin de yardımıyla Sevda’yı bıçaklamaya başlar ve müdahale etmeye yetenenlere, ‘Karışmayın namus meselesi’ diye bağırır. Bıçak darbeleriyle yaralanan Sevda dizlerinin üzerine çöktürülür ve tıpkı koyun boğazlar gibi boğazı kesilir. Herkes susup seyreder. Kimsenin kılı kıpırdamaz. Çünkü konu ‘namus’tur.”
KIZKARDEŞLERİNİ ÖLDÜREMEYİNCE AŞİRETTEN ÖZÜR DİLEDİLER
“Kızkardeşimizi öldüremediğimiz için aşiretimizden özür diliyoruz, maalesef öldürmeyi beceremedik” diye ifade veren kardeşler var. “Suda çırpınışını izledik öldü zannetttik, öyle suya bıraktık” deyip, kızın daha sonra ölmediğini görünce de aşiretlerinden özür diliyorlar. Burada namus, kendilerinin de değil. Yaşadıkları toplum içinde öyle bir değer ki, sadece sahipleri kendileri değil.
“Annesi sürekli ağlıyordu, kendisi de gencecik bir kadındı. ‘Neden öldürüldü’ diye sordum. ‘Gezmeyi çok seviyordu, 16 yaşını bitirdi, daha isteyeni çıkmadı’ dedi hıçkırarak. Gezmeyi çok seven Sevda, bir gün eve geciktiğinde korkmuş, evni dönmeyip kız yurduna yerleşmiş ve sorunlar başlamış. Ailesine teslim edilmesinin ardından gelen dedikodularla ölüm çanları çalmış. Kızın isteyeni yok, başlık parası yok. Çünkü mal ayıplı kabul edilmiş.”
Ayıplı mal kavramı çok yaygın herhalde…
Namus bazıları için ilk gece kanı. Adam 45 yaşında ikinci eşi olarak 15 yaşında bir kızı düğünle dernekle alıp evine getiriyor. Mevcut eşi onlara yan odaya gerdek gecesini iyi geçirmeleri için yemekleri dahi hazırlıyor. Bir şey talep ederlerse diye kapısında bekliyor, çocuklarına ses çıkarttırmıyor. Ama ilişkide kan gelmedi diye kızı bodrum kata götürüp kafasına kurşunu sıkıp öldürüp, bir kuyuya atabiliyor bu namus anlayışı. Hatta onu öldürmeden ailesine telefon açıyor; “aldığım mal bozuk çıktı” manasında, “kız bozuk çıktı” diye.
Medeni Kanun’nda evliliğin iptali ile ilgili bir madde vardı değişiklikten önce. Eğer kadında olması gereken bir vasıfta hataya düşülmüşse -bu vasıflardan bir tanesi bakire olması- bakire olmadığında evlilik iptal edilebiliyordu. Yasada mevcut olan anlayışla, bakire olmayan bir kadının evliliği iptal edilebiliyordu. Burada mal kabul ettiği, satın aldığı bir malı geriye iade etmek değil, sahibi olduğu için isterse hayatını ortadan kaldırabiliyor. Yok edebiliyor.
Namus-töre cinayetleri bir çözüm yöntemi olarak kullanılıyor aslında. Çözdüklerini sandıkları sorun gerçekte ne?
Elbette bu bir sorunu çözmüyor. Onların çözmek istedikleri sorun, erkek düzenini daha rahat, daha sorunsuz bir şekilde aynen devam ettirmek. Kadınlar, kızlar erkeklerin malları; önce babalarının, sonra kocalarının. Zaman zaman da erkek kardeşlerin. Kocaları öldüğü zaman da kocaların ailelerinin malları. Kendi kuralları doğrultusunda yaşamadıklarında namus meselesi kabul edilip, öldürmek gibi bir çare diye düşünüyorlar.
ÖLDÜRÜLECEKLERİNİ BİLE BİLE…
Bir örnek vereceğim. Kadının kocası ölmüş, birini seviyor ve resmi nikahla evleniyor. Ölen kocasının ağabeyi kadının peşinden iz sürüp kadını ve yeni eşini öldürüyor. Çünkü medeni hukuka göre serbest olan o kadın, aşiret anlayışıyla erkek kardeşin malı ve bu nedenle öldürmeyi yeğliyorlar. Öldürmeler bir şeyi değiştirmiyor. Öldürüleceklerini bile bile bu kadınlar, kızlar kaçmaya, sevmeye, ilişki kurmaya devam ediyorlar. Aksi insan doğasına aykırı bir şey olurdu. Dolayısıyla bir sorun çözülmüyor. Çözüm, gözdağı vermek, siz de böyle yaparsanız başınıza bunlar gelir anlayışını yerleştirmek.
ÖLDÜRMEMEMİZ Mİ LAZIM?
Kamu yönetiminde töre ve namus cinayetlerinin önlenmesine ilişkin çalışmalar yapılıyor. Toplumun geniş kesimlerinde de eskiye oranla bir bilinç yükselmesi gözleniyor. Bütün bunların topluluklar tarafından algılanması ve bir değişim sürecinin başlaması sözkonusu mu acaba?
Ben bazı yerlerde değişim sürecinin başladığını düşünüyorum. Daha küçük topluluklarda başladığını düşünüyorum. Çünkü Yezidi’lerin bulunduğu bölgede lider durumunda olan bir kişi şunu söylüyordu: ‘Biz artık belli yerlerde bu konuları konuşmalıyız. Kızlarımız, kadınlarımız bizim istemediğimiz kişiyle evlenmeye kalktıklarında, bir ilişki yaşadıklarında artık kaçmamalılar. Biraz daha açık olmalıyız…”
Bu konuşmalar yapılırken bir yandan da içlerinden İTÜ’de okumuş birisi bana şunları söylüyor: “Vildan Hanım, şimdi bizim istemediğimiz birisiyle ilişki kuran bir kadını bizim öldürmememiz mi lazım?” diye soruyor. Bu konuları konuşurken hala öldürmemenin garip bir şey olacağını yüksek okul mezunu bir mühendis bile düşünüyorken, çok eğitimsiz olduğunu düşündüğümüz, gelenekler ve göreneklere bağlılığın, törenin her şeyin üzerinde olduğu bir toplumu bugünden yarına değiştirebilmenin kısa sürede gerçekleşeceğini düşünmüyorum.
NİMET ÇUBUKÇU’NUN YAŞADIKLARITöre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için acil çözüm önerileri neler olmalı?
Özel çalışma yapılmalı. Bence bu işin başındakilerin, bizzat İçişleri Bakanı’nın kalkıp Güneydoğu’ya gidip oralarda toplantılar yapması lazım. O bölgelerde yerel kanaat liderleriyle, din adamlarıyla bir araya gelmesi lazım. Türkiye Cumhuriyeti yasalarının ne olduğunu bizzat en tepedeki insanların, onları iyi anlayabilecek kendilerinden olduğunu düşündükleri birisinin, mesela İçişleri Bakanı’nın gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Zihniyetin değişmesi, bataklığın kurutulması çok önemli. İşi kökünden çözme anlamında bir çabayı bana göre devletin sesi olan ‘erkek’ olan, gücü olduğu bilinen, yetkin kişilerin onların ayaklarına giderek T.C. yasalarını anlatması, bunlara uyulmadığında zarar göreceklerini, toplumsal barışa gidecek yol anlamında anlatılması gerekiyor.
Hükümetin, siyasetin başındaki kişilerin bunları yapması ve anlatmasıyla bir şeylerin daha kolay değişeceğine inanıyorum. Güneydoğu’da yıllarca bulunmuş, yıllarca bu konuda çalışmış bir avukat olarak ben bu sorunu ancak bıyıklıların çözeceğine inanıyorum.
Erkek toplumunun ancak kendilerine benzeyen kişilerle muhatap olacaklarını ve bir güçle karşılarına çıktıkları takdirde ciddiye alınacaklarını düşünüyorum.
Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, “Bir kızın öldürüleceğini söylediler, defalarca aşiret reisine telefon açtım, her defasında ‘ben karışmam’ dedi. Bakan olduğumdan utanmadım beş defa telefon açtım, sonuçta bıktırdım, zor ikna edebildim” dedi.
Konuya akademik anlamda ilgisizlik, konunun zorluğundan mı kaynaklanıyor?
Konunun zor olduğu doğru. Üstelik çok masraflı bir çalışma. Çok uzun süre üzerinde çalışılması gerekti. Sadece mülakatlara, anketlere dayalı çalışma yaptığımda bir şeylerin eksik kaldığını düşündüm. Dava dosyaları karşıma çıktıkça kendim duruşmalara gidip, hakimiyle savcısıyla görüştükten sonra bu işin mutlaka adliye ve yasa- yargılama kısmının atlanarak gerçeğe ulaşılamayacağını gördüm. Bu yüzden çok uzun süren bir çalışma oldu.
TEHDİT EDİLDİM
Bu çalışmaları yaparken kabuslar gördüm. Manevi anlamda da zorluklarını yaşadım. Tehditler aldım. Ailem, bu işlerle, namusla uğraşmasın diye tehdit edildi. Çünkü onlar için çok önemli olan bir alana girmiş oluyordum. Onlar bu konunun konuşulmasını istemediler. Sadece kabus görmekle kalmadım, onlar için tabu olan konuların üzerine gittiğim için ben ve ailem tehdit de aldık.
İkinci Kitap Da Yolda
İkinci kitap için şunu söyleyebilirim. Namus adına işlenmiş cinayetlere devletin bakış açısını, devletin yaptıklarını, devletin içinde karşılaşılan dirençleri, aktarmaya çalışacağım. Bir de konunun basındaki yansımalarını, basının bakış açısını ele alacağım.
Haber: Yasemin Arpa / NTV-MSNBC (1 Mart 2007)
http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/400669.asp?cp1=1