SİYASİ SUÇLARDA VE SİYASİ İKTİDARA YAKIN KİŞİLERİN DOSYALARINDA HAKİMLER VE SAVCILARIN TARAFSIZLIĞI VE BAĞIMSIZLIĞI SORUNSALI
“Adaletin hareketsiz olması gerekir, yoksaterazi sallanır
ve o zaman da işleyen bir yargı mümkün olmaz. ”
Franz Kafka, DAVA
GenelOlarak:
5237 Sayılı TCK 2 Kitaptan oluşmaktadır. Birinci Kitapta GenelHükümler, İkinci Kitapta ise Özel Hükümler düzenlenmiştir. İkinci Kitap kendiiçinde dört kısma ayrılmaktadır. Birinci Kısım Uluslararası Suçlar, İkinciKısım Kişilere Karşı Suçlar, Üçüncü Kısım Topluma Karşı Suçlar ve DördüncüKısım ise Millete ve Devlete Karşı Suçlar ile Son Hükümleri düzenlemektedir.Makalemizin konusu İkinci Kitabın Üçüncü Bölümünde bulunan Devletin EgemenlikAlametlerine ve Organlarının Saygınlığına, Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yeralan Devletin Güvenliğine ve Anayasal Düzene ve Bu Düzeninin İşleyişine KarşıSuçlar başlığı altında sıralanan suç tiplerinde, hakim ve savcının konumudur.
Kanunun ikinci kitap 4. Kısmının, 3.,4. Ve 5. Bölümlerinde düzenlenen bu suçların neler olduğuna baktığımızda; TCKmd. 299 Cumhurbaşkanına Hakaret, TCK md. 300 Devletin Egemenlik AlametleriniAşağılama, TCK md. 301 Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletinkurum ve organlarını aşağılama, TCK md. 302 Devletin birliğini ve ülkebütünlüğünü bozmak, TCK md. 303 Düşmanla İşbirliği Yapmak, TCK md. 304 Devletekarşı savaşa tahrik, TCK md. 305 Temel millî yararlara karşı faaliyettebulunmak için yarar sağlama, TCK md. 306 Yabancı devlet aleyhine asker toplama,TCK md. 307 Askerî tesisleri tahrip ve düşman askerî hareketleri yararınaanlaşma, TCK md. 308 Düşman devlete maddi ve mali yardım, TCK md. 309 Anayasayıihlal, TCK md. 310 Cumhurbaşkanına suikast ve fiilî saldırı, TCK md. 311 Yasamaorganına karşı suç, TCK md. 312 Hükûmete karşı suç, TCK md. 313 TürkiyeCumhuriyeti Hükûmetine karşı silâhlı isyan, TCK md. 314 Silâhlı örgüt, TCK md.315 Silah sağlama ve TCK md. 316 Suç için anlaşma’ dır.
Yukarıda sıralanan suçlar arasında,son yıllarda gündemi oldukça meşgul etmesi ve çok fazla sayıda insanınsoruşturma ve kovuşturmaya muhatap olması bakımından, Cumhurbaşkanına Hakaret, Anayasayıİhlal, Silahlı Örgüt, Yasama Organına Karşı Suç, Hükümete Karşı Suç ve TürkiyeCumhuriyeti Hükümetine Karşı Silahlı İsyan suçları özelinde, konumuzaçıklanmaya çalışılacaktır.
Öncelikli olarak, hakimlik vesavcılık mesleğinin nitelikleri, seçilme ve mesleğe kabul, terfi-tayinişlemleri ile HSK’ nın yapısı hakkında kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra,asıl konumuzu izah etmek istiyoruz.
Hakimlikve Savcılık Mesleği:
Anayasa’ nın 138. Maddesi ve 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’ nun4. maddesine göre: “Hakimler mahkemelerinbağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Hiçbir organ,makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere vehakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkindebulunamaz. Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukukauygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” Anayasa ve yasadayer alan bu hüküm hakimlik mesleğinin genel niteliğini belirleyen hükümlerdir.
Hakimlik mesleğine giriş sınavı ve adayların niteliği ise 2802 SayılıKanunun 8. ve devamı maddelerinde yer verilmiştir. Kanunun 8/1-ı bendi uyarıncahakim-savcı adayı olabilmek için; yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarıgöstermek gerekmektedir. Kanunun 9/A maddesine göre yazılı yarışma sınavıÖğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yapılmaktadır. Kanunun 9/A-5bendince sınava giren kişinin en az 70 puan alması, mülakata girmesi için önşarttır. Kanunun 9/A maddesi uyarınca, yazılı sınavı geçen belirli sayıdakihakim-savcı adayı mülakata alınmaktadır. Kanunun 9/A maddesinin 6. bendigereğince Mülâkat Kurulu; Adalet Bakanının görevlendireceği bakan yardımcısıbaşkanlığında, Teftiş Kurulu Başkanı, Ceza İşleri, Hukuk İşleri ve PersonelGenel Müdürleri ile Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreteri ve TürkiyeAdalet Akademisi Danışma Kurulundan seçilen bir kişi olmak üzere toplam yediüyeden oluşmaktadır. Mülakat heyeti olarak adlandırılan kişilerden 5’ idoğrudan doğruya hükümete bağlı Adalet Bakanlığı’ nın bürokratlarından, 2’ siise meslekten gelen kişilerden oluşmaktadır.
Kanunun 9/A maddesinin 9. ve 10.bentleri uyarınca; Mülâkat, ilgilinin; a) Muhakeme gücünün, b) Bir konuyukavrayıp özetleme ve ifade yeteneğinin, c) Genel ve fizikî görünümünün,davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğunun ve liyakatinin, d) Yetenek vekültürünün, e) Çağdaş bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı, puan vermeksuretiyle değerlendirilmesidir. Mülâkatta, sayılan bentlerde yazılıözelliklerin her biri yirmişer puan üzerinden hesaplanarak, Mülâkat Kurulununher bir üyesi tarafından verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir.Mülakatta başarılı sayılmak için, üyelerin yüz tam puan üzerinden verdiklerinotların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması gerekmektedir. Başka birdeyişle, toplamda Mülakat Kurulundan en az 490 puan almak, mülakatı geçmişsayılmak için gereklidir. Mülakat Kurulundaki bakanlık bürokratı sayısınabakıldığında; siyaseten göreve alınması istenilen kişinin, yazılı sınavıgeçmesi halinde 5 kişinin tam puanı ile hakim-savcı adayı olması mümkündür. Diğerüyeler sıfır puan verseler bile, 5 üyenin blok ve tam oyu ile 500 puan alınarakmülakatı geçmek mümkündür. Burada, mülakata alınan aday sayısının fazlalığı,istenilen kişilerin hakim-savcı adayı yapılması noktasında idareye geniş birtakdir yetkisi tanımaktadır. Bu takdir yetkisi, istenilen kişiyi adaylığa kabuletmeyi sağladığı gibi, istenmeyen, siyasi iktidara muhalif ya da aynı dünyagörüşünü benimsemeyen kişilerin de, yazılı sınavdan yüksek puan alsalar bile,mülakattan rahatlıkla elenmelerinin önünü açmakta, yargıda kadrolaşmayısağlamaktadır.
Kanunun 10. Maddesine göre; Adaylıksüresinin sonunda adaylar, yazılı ve sözlü sınava tabi tutulur. Bu sınavlar yüztam puan üzerinden değerlendirilir. Yazılı sınavdan en az yetmiş puan alanlarsözlü sınava alınır. Sözlü sınav; Türkiye Adalet Akademisi Başkanınınbaşkanlığında, Teftiş Kurulu Başkanı ve Personel Genel Müdürü ile adaylara dersverenler arasından ilgili bakan yardımcısınca seçilen iki asıl ve bir yedeküyeden oluşan sözlü sınav kurulu tarafından yapılır. Eğitim sonunda başarılısayılmak için, yazılı sınav puanının yüzde altmışı ile sözlü sınav puanınınyüzde kırkının toplamının en az yetmiş olması şarttır. Adaylık sonrasıyapılacak, mesleğe yeterli olunup olunmadığı noktasındaki değerlendirme aracıolan sözlü sınav konusunda da 5 asıl üyeden 4’ ününü dolaylı ya da doğrudanAdalet Bakanlığının üzerinde etkisi olan kişilerden seçildiğinden, bu aşamadada yazılı sınavdan başarı gösteren kişiler çok rahat bir şekilde mesleğe kabuledilmeyeceği gibi, düşük puan alan kişilerin de, sözlü sınav ile mesleğe kabulpuanları çok rahat bir şekilde yükseltilerek, bu kişiler meslektaşlarınınönünde göreve başlayabileceklerdir. Kanunun 13. Maddesine göre, meslek öncesieğitimini tamamlayan, yazılı ve sözlü sınavları geçen adaylar, Hakimler veSavcılar Kurulunca mesleğe kabul edilip, görev yerlerine atanırlar.
Bu aşamadan sonra hakimler vesavcıların, terfi, tayin, görevde yükselme, disiplin soruşturması geçirmesi,disiplin cezası verilmesi, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halihariç suç soruşturma ve kovuşturması yapılması, unvanlı görev alma, yüksekmahkemelere atanma, Bölge Adliye Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay üyesi olmagibi meslek hayatlarıyla ilgili tüm aşamalarda artık Hakimler ve SavcılarKurulu yetkili olmaktadır.
Kanunun 44. Maddesinde hakimlik vesavcılık mesleğinin teminatı düzenlenmiştir. Maddedeki düzenleme Anayasa’ nın139. Maddesindeki hükmün kanuna yansıtılmasından ibarettir. Kanunun 44.maddesine göre; “Hakimler ve savcılarazlolunamazlar. Bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması nedeniyle de olsaaylık ve ödeneklerinden ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamazlar,kendileri istemedikçe 65 yaşından önce emekliye sevk olunamazlar. Meslektençıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlıkbakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar ve meslektekalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalarsaklıdır.” Bu düzenleme, yargımensuplarının görevlerini; tam bağımsız şekilde, hiçbir güçten korkmadan,gelecek kaygısı yaşamadan, “Verdiğim karardan dolayı başıma bir iş gelir mi?”diye düşünmeden icra etmeleri için konulmuş bir hüküm ve anayasal birteminattır. Bu teminatın aslında ülkemizde işlerliğinin olmadığı, teoride veevrak üzerinde tanındığı, pratikte hiçbir değerinin olmadığı, özellikle 15Temmuz sonrası süreçte yapılan ihraç, yer değiştirme, zorunlu emekliye sevketme, sürgün, disiplin soruşturması açma, açığa alma gibi uygulamalarla bununkesin bir şekilde gözler önüne serildiği, 657 sayılı Kanuna tabi bir memurkadar dahi hakim ve savcıların yasal korumalarının olmadığını üzülerek yaşamış bulunmaktayız.
Kanunun 51/son fıkrasına göre: “Hakimler ve savcılar siyasi partileregiremezler, girenler meslekten çekilmiş sayılırlar.” Bu hüküm de, yargımensuplarının tarafsızlıklarını korumak, kendi ideolojilerini mesleklerineyansıtmasına engel olmak, yargılamanın tarafları bakımından bir tarafın lehineya da aleyhine bir görüntü çizmemek adına getirilmiştir. Burada, yargı mensuplarıbir siyasi parti üyesi, yöneticisi veyahut milletvekili adayı olup sonradanhakim-savcı olarak görev yapmasının sakıncaları hakkında özel bir düzenlemeyegidilmemiş olmasından hareketle, bahsedilen durumda olanların yargı mensubuolarak görev yapmasında, hukuken bir engel olmadığını söylemek mümkündür. Ancaksıradan bir üyeliğin dışında, meslek öncesinde bir siyasi partiyle; yönetici,belediye başkan adayı veyahut milletvekili adaylığı mesafesinde görev yapankişilerin mesleğe alınmasının, meslek etiğine ne derece uygun olduğununtakdirini, bu kişileri mesleğe kabul eden HSK’ ya bırakmak istiyoruz. Yinesistematik şekilde bir siyasi parti veyahut lideri lehine sosyal medyadaövgüler düzen, duruşmalarda siyasi görüşünü açıklayan, görüşünü açıklamasa biletavır ve davranışlarıyla bir siyasi partiye angaje olduğunu açıkça belli eden,halka kime oy vermesi gerektiğini söyleyen, siyasetçilerin taraf olduğudavalarda, usul hükümlerini yok sayan yargı mensupları hakkında Kanunun 51/sonmaddesinin uygulanıp uygulanmayacağının takdirini de aynı şekilde Kurul’ abırakıyoruz. Zira siyasi olarak tarafınıbelli eden ve bu konuda pervasız tavır sergileyen bir yargı mensubunun tarafsızolsa bile tarafsız göründüğünü söylemek imkânsızdır.
Kanunun 71/1 maddesine göre: “Hakim ve savcılar hakkında, savunmaları alınmadandisiplin cezası verilemez.” Bu madde de, hakimlik-savcılık teminatının biruzantısı olup, yargı mensuplarının sorgusuz sualsiz görevden atılmalarına engelolmak ve onları güvence altına almak adına getirilmiş bir düzenlemedir. Biryargı mensubu Kanunun 44. Maddesine göre azledilemez. 71. Maddeye göre dehakkında meslekten çıkarma cezası verebilmek için savunmasının alınmasıemredici bir düzenlemedir. O halde 15 Temmuz sonrası yapılan hakim-savcıihraçları; OHAL’ in bitmiş olması, azledilme yasağı ve savunma alma zorunluluğukarşısında batıl kararlar olup, mevcut haliyle hukuksuzluğunun tespiti veilgililerinin mesleklerine iadesi Anayasal bir zorunluluktur. Aksini kabul,yargı eliyle hakimlik teminatının yok edilmesi, keyfi uygulamaların önünün açılması,aklına esen her siyasi iktidarın kendine biat etmeyen, kendi gibi düşünmeyen,kendi içinden çıkmamış ve en basitinden kendi sempatizanı olmayan yargımensuplarını çeşitli kategorizasyonlar ve kriterler işletmek suretiyle“temizlik” yapmasına, yargıyı kendi ikballeri açısından “altın çağınaulaştırmasına” neden olabilecektir.
Hakimler ve Savcılar Kurulu Yapısı, Oluşumu,Üyelerinin Nitelikleri:
6087 Sayılı Hakimler veSavcılar Kurulu Kanunu’ nun 3. Maddesine göre; Kurul iki daire hâlinde çalışır.Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Kurul; Bakan, Adalet Bakanlığı ilgili bakanyardımcısı ile Cumhurbaşkanınca seçilen dört ve Türkiye Büyük Millet Meclisinceseçilen yedi üyeden oluşmaktadır. Ülkemizin 16 Nisan 2017’ de yapılanReferandum ile Başkanlık Sistemine geçtiği, Cumhurbaşkanının artık devletinbaşı olan, tarafsız ve bağımsız bir devlet başkanı olmadığı, yürütme organı veiktidar partisinin başı olduğu düşünüldüğünde; Cumhurbaşkanınca atanan üyeler,Adalet Bakanı ve Bakan Yardımcısının doğrudan doğruya siyasi kanattan gelmesi,bu kurulun yapısının da siyasallaştığını, aday alım süreciyle yargımensuplarının içine girdiği siyasi sarmaldan, mesleğe kabul ve mesleğin icrasıaşamasında da çıkılamadığını göstermektedir. Bu bakımdan, mevcut başkanlıksisteminde, yürütme ve yargı organları arasında kuvvetler ayrılığı ilkesininortadan kalktığı, yargının yürütmeye uyumlu ve entegre bir yapı arz ettiği ortadadır.
Kanunun3/6,7 fıkralarına göre; “Kurul,görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsızdır. Hiçbirorgan, makam, merci veya kişi, Kurula emir ve talimat veremez. Kurul,mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarınıgözeterek adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik,ehliyet ve liyakat ilkeleri çerçevesinde görev yapar.” Bu maddenin mevcut Cumhurbaşkanlığı HükümetSisteminde uygulanma ihtimali yoktur. HSK’ nın taraflı ve bağımlı olduğu,siyasi iktidarın baskısına ve yönlendirmesine açık olduğu, kararlarının siyasirüzgara göre şekil aldığı noktasında sadece Türk Kamuoyu değil, Avrupa Birliğiİlerleme Raporu ve Venedik Komisyonunun yayınladığı raporlarda dahi geniş yerverilmektedir. Yargı organının; HSK’ dan yüksek mahkemelere, ilk derecemahkemelerine kadar yürütmeden bağımsız olmadığı artık herkesin bildiği birhusus haline gelmiştir. Bu konuda son 3 yıldır yargıda yapılan tasfiyeler, yerdeğiştirmeler, ünvanlı göreve atamalar veyahut tenzili rütbeler, Yargıtay veDanıştay’ a seçilen üyelerin baktığı dosyalara göz atılırsa, siyasi iktidarınsevimsiz gördüğü kişilerin her türlü sıkıntıyı çektiğini, iktidara yakın ya daiktidarın yargıdaki sesi olmuş, onun istediği gibi karar veren kişilerin iseterfi basamaklarını son sürat tırmandığı görülecektir.
Bunun en bariz örneklerinden biri de,HSK ile doğrudan bir ilgisi olmasa da, yüksek yargıç olmaları hasebiyle alakalıYüksek Seçim Kurulu üyeleridir. Bu kişilerden bazılarının görev süreleridolmasına rağmen, TBMM Genel Kurulunda, Karayolları Trafik Kanunu ile BazıKanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun içerisine yedirilen bir maddeile YSK Başkanı da dahil olmak üzere toplam 6 üyenin Ocak 2019’da dolangörev süreleri, AKP’nin mini torba yasa teklifiyle 1 yıl uzatılmıştır. 2019 yılında yapılan yerelseçimlerde YSK, iktidarın kaybettiği belediyelerde seçim yenilenme taleplerininneredeyse tamamını kabul etmiş, muhalefetin aynı gerekçelerle seçim tekrarıistediği yerlerde ise, bir iki gün önceki kararının tam aksi bir karar vererek,seçimi yenileme talebini reddetmiştir. YSK örneği, yargının siyasallaşmasınınen çarpıcı ve bariz örneklerinden birini oluşturmaktadır. Zira, özellikleİstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin yenilenmesi kararını veren 7 üyeden5’ inin görev süresi uzatılan üyelerden olması, bu tespiti teyit etmektedir.
Kanunun 6/2 maddesine göre HSK başkanıolan Adalet Bakanının, Kurul Başkanı sıfatıyla görevleri: Kurulu yönetmek vetemsil etmek, Genel Kurul çalışmalarına başkanlık etmek ve oy kullanmak, GenelKurulun teklif ettiği üç aday arasından Genel Sekreteri atamak, ilgili daireninteklifi üzerine hâkim ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme vesoruşturma yapılması işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yerolmadığına ilişkin işlemlere olur vermek, genel sekreter yardımcılarını atamak,Kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturmaişlemlerine ilişkin bu Kanunla verilen görevleri yerine getirmektir. KurulunBaşkanının Adalet Bakanı olduğu, Adalet Bakanını da Cumhurbaşkanının atadığı,Cumhurbaşkanının da mevcut sistemde yürütmenin başı, taraflı, bağımlı, birsiyasi partinin genel başkanı ve aktif siyasetçi olduğu düşünüldüğünde; kurulunve dolayısıyla yargı mensupları üzerinde doğrudan doğruya bu kadar geniş biryetkiye sahip olan Adalet Bakanı eliyle, siyasi iktidarın kendi talepleriniyerine getirme noktasında yargıçlar üzerinde bir baskı unsurunun tanındığınısöylemek yanlış olmaz.
Yukarıda hakim-savcı adaylığı alımı konusunda,mülakat komisyonunun kimlerden oluştuğunu açıklarken 5 üyenin doğrudan doğruyaBakanlığa bağlı bürokrat kökenli, siyasete entegre kişiler/makamlar olduğunuaçıklamıştık. Geriye kalan iki üyeden biri de HSK Genel Sekreteri olup, bukişinin de Adalet Bakanı tarafından atanması ve aynı şekilde siyasi iktidarınkendi ideolojisine göre bir kişinin bu makama atanacağı düşünüldüğünde,hakim-savcı adayı alım sürecinin, yazılı sınav sonrasında, tamamıyla siyasiiktidarın kontrolü altında olan bir süreç olarak işlediğini söylemekgerekmektedir.
Bakanın ve siyasi iktidarın, HSK’ nınüzerindeki hukuki ve teşkilat/kadrolaşma yönlü vesayeti düşünüldüğünde; mesleköncesi aday alımı, mesleğe kabul, meslekte ilerleme-terfi-tayin ve meslektençıkarma-disiplin cezası verme noktasında elinde kontrolsüz-denetimsiz çok büyükbir gücün olduğu görülmektedir. Bu güç adalet teşkilatı üzerinde siyasiiktidara karşı, kendi kadrolaşmasını da sağladığı için bazı kişiler bakımından gönüllü;bazı kişiler yönünden de, biatı ve itaatı zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk dayargının tarafsızlığını, bağımsızlığını ve hukuk devletini yok etmektedir.Adalet Bakanının, bu kadar büyük yetkilerle donatılmış olarak kurulun başkanıgörevini icra etmesi, yargı bağımsızlığına vurulan en büyük darbelerdenbiridir. Bakan demek iktidar demek, iktidar demek ise artık mevcut sistemde devletdemektir. İktidarın sözünden çıkmak devletin sözünden çıkmak anlamına geldiğiiçin ve mevcut konjontürde de devletin sözünden çıkmanın terörist olmakla birtutulduğu nazarı itibara alındığında, siyasi iktidara ters düşen bir kararveren yargıcın devlet düşmanı, hain veya terörist damgasını yemeyi göze almasıgerekmektedir.
Kanunun 7/2-g bendi uyarınca HSKGenel Kurulu, Yargıtay’a ve Danıştay’a üye seçmektedir. HSK Genel Kurulunun 13kişiden oluştuğu, iki üyenin(Bakan ve Bakan Yardımcısı) doğrudan doğruyasiyasetten geldiği, 4 üyenin yürütmenin başı ve aktif siyasetçi ve bir siyasipartinin üyesi ve genel başkanı olan Cumhurbaşkanı tarafından seçildiği hesabakatıldığında, HSK’ nın 6 üyesinin zaten siyasi iktidarın tamamıyla kontrolündeolan kişiler olduğu, geriye kalan 7 üyenin de Meclis tarafından seçildiği,mecliste de çoğunluğun iktidar partisinde olduğu düşünüldüğünde, HSK üzerindeiktidarın etkisi net bir şekilde görülmektedir. Seçilen üyelerin 8’ i meslektenkimseler olmasına rağmen, yukarıda belirttiğim şekilde siyasi iktidarın mesleğealım ve terfi ettirmedeki gücü ve etkisi göz önünde tutulduğunda, istenmeyenkişinin aday olmasının önünü kesmek ya da istenilen kişinin önünü açmak;istenmeyen kişileri mesleğe almak veyahut almamak noktasında neredeyse tekbaşına bir yetki sahipliğinin olduğu gözlenmektedir. Zaten mahkemelerin, siyasiyönü olan ya da iktidara yakın bir kişinin dosyasında vermiş olduklarıkararlara bakıldığında, iktidarın yargı üzerindeki tesirinin tezahürünü görmekmümkündür.
Anayasamızın 154/2 maddesine göre;Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrılmış adli yargı hakim ve Cumhuriyetsavcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hakimler ve Savcılar Kuruluncaüye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Yine Anayasamızın155/3 maddesine göre de; Danıştay üyelerinin dörtte üçü, birinci sınıf idariyargı hakim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hakimler veSavcılar Kurulu; dörtte biri, nitelikleri kanunda belirtilen görevlilerarasından Cumhurbaşkanı tarafından seçilir. Anayasamızın bu iki hükmü de yüksekyargı üzerinde de iktidarın etkisini göze sermek bakımından önemlidir.Çalışmamızın önceki kısımlarında, ilk derece yargı mensuplarının mesleğe alımıve meslekte ilerlemesindeki iktidarın etkisini, devamında HSK’ nın oluşumu vegörev alanına giren konularda iktidarın doğrudan etkisini izah etmiştik. Bukısımda ise Yüksek yargının siyasi iktidar eliyle nasıl şekillendirildiğini veetki altına alındığını açıklamak istiyoruz.
HSK’nın Başkanının Adalet Bakanıolduğu, Kurulun bakan yardımcısı ile Cumhurbaşkanınca seçilen dört ve TürkiyeBüyük Millet Meclisince seçilen yedi üyeden oluştuğunu ve bu kişilerinseçiminde siyasi iktidarın etkisini ayrıntılı anlattık. HSK’ nın 4 üyesi,özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin uygulamaya geçilmesiyle artıksiyasi bir makamdan gelmesi, iktidar partisine mesafeli ya da partininideolojik görüşüne tamamıyla yabancı, siyaset üstü bir pozisyonda olmamaları,salt liyakata değil, iktidar ile en azından düşünsel anlamda ilişkilerin iyiolması yönüyle bu göreve seçildikleri herkesin bildiği bir olgudur. AdaletBakanı ve Bakan Yardımcısının da zaten doğrudan doğruya siyasetin içinde olankişiler olduğu düşünüldüğünde, HSK Genel Kurulunda oy kullanma yetkisi olan 13kişiden 6’ sının, kendilerini atayan siyasi iktidar ile doğrudan irtibatlı yada iltisaklı olduğunu göstermektedir. Anayasa göre HSK Genel Kurulu’nun saltçoğunluğu ile Yargıtay’a ve Danıştay’a üye seçilmektedir. Salt çoğunluğu sağlamak için, sadece birüyenin oyuna ihtiyaç duyulmaktadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, iktidarpartisinin parlamenter sistemde olduğu gibi, Cumhurbaşkanlığı HükümetSisteminde de meclis çoğunluğunu elde ettiği veya meclis dağılımının yürütmeyielde eden siyasi düşüncenin etkili olacağı bir yapıda olacağı karine olarakkabul edildiğinde, Meclis tarafından seçilecek üyelerin de iktidarın işaretedeceği yönde oy kullanacağı muhakkaktır. Bu sistemin ilk uygulama pratiği veHSK’nın aldığı kararlar, bu tespitimizi teyit etmektedir. Danıştay’ın ¼üyesinin de zaten Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan atandığı hesaba katıldığında,iktidarın Danıştay nezdindeki gücü ve etkisi daha net ortaya çıkmaktadır.
Kanunun 14/2 maddesine göre; hakim vesavcıların denetimini ve disiplin soruşturmalarını yapacak olan Teftiş Kurulu, HSKBaşkanının gözetiminde Kurul adına görev yapmaktadır. Yani Teftiş Kurulu’nunüzerindeki güç de aynı şekilde Kurul Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı vedolayısıyla siyasi iktidardır.
Siyasi Davaların Tarafları ve Yargı MensubununKonumu
Yukarıda ayrıntılı şekildeizah ettiğimiz üzere, her ne kadar Anayasa’ da birçok teminat olması, özelkanun ile münhasır birçok koruyucu hükümle donatılmış olması, görevini yaparkenher türü etki ve tesirden uzak kalması için etki etmeye teşebbüs edenin bilecezalandırıldığı bir meslek olan hakimlik ve savcılık mesleği, ne yazık kiülkemizde bizzat yargı mensuplarının kendi eylem ve söylemleri ile sıradan birdevlet memurluğundan farksız hale gelmiştir.
Yargımensuplarının devlet hazinesinden maaş alması, kurulun ekonomik özerkliğininolmaması, Adalet Bakanı ve Yardımcısının kurulun doğal üyesi olması, devletinlojmanlarında kalması, terör eylemlerinin yaşandığı illerde polis korumasıolmadan hayatını idame ettirememesi, oturduğu evi, kullandığı lojmanı kollukgüçlerinin koruyor olması, yine hakim adaylığı ve sonrası süreç ile mesleğekabullerinde ve görevde terfi-tayin işlemlerini yaşarken doğrudan iktidarınetkisini hissetmesi, yargı mensuplarının genel olarak yaptıkları işe bir idealya da hedef olarak adaleti toplumda egemen kılmak duygusu ile değil, ekmek parasıkazanmak olarak yaklaştıkları ve en vahimi de teminat olarak kanunlarda veAnayasa’ da yer alan hükümlerin tabiri caizse 15 Temmuz sonrasında laftanibaret olduğunun ortaya çıkması, bir gecede binlerce meslektaşlarınınsorgusuz-sualsiz açığa alınıp, bir cümle savunmaları dahi alınmadan ihraçedilmiş olmaları, devamında da beraat etmeleri ya da KYOK kararı almalarınarağmen mesleklerine geri dönememeleri acı bir gerçek olarak karşılarında dururken,yargı mensuplarının siyasi niteliği bulunan ve iktidarın taraf olduğu davalardatarafsız ve bağımsız, salt kanun ve vicdani kanaatlerine göre hareket etmelerimümkün değildir.
Terörbölgelerinde, kolluğun getirdiği arama, el koyma ve dinleme kararlarına ya datutuklama taleplerine; hukukun üstünlüğü, adil yargılanma hakkı gibigerekçelerle ret cevabının verilmesi çok zordur. Özellikle siyasi niteliği olanişlemlerde yargı mensupları, devlet ile fail arasında hakem konumunda durmasıgerekirken, yukarıda tek tek sıraladığım nedenlerle devlet ile birleşmiş,kolluk-hakim-savcı bir bütün halinde hareket etmeye hatta bazen birbirlerininaçıklarını kapatmaya kadar işi vardırmışlardır. Zira, yargı mensubunun cangüvenliği kolluğun elindedir. (FETÖ davalarında ise durum, bu izah edilendençok çok daha vahimdir. Bu konuda birçok çalışma yaptığım için, tekrara düşmemekadına bu konuya değinmiyorum.)
Siyasiiktidarı ilgilendiren suç tiplerinde de aynı şekilde, mevzuatı düzenlemeyetkisinin meclisteki çoğunluğu elinde tutan iktidarda olması, iktidarın HSK’daki gücü, mesleğe alımda gereken referansların artık siyaset kanadındangitmesi ve doğrudan doğruya iktidarın eliyle alımların yapılması, bu mesleğiyapan kişilerin genel olarak aileden kaynaklı ekonomik ve sosyal gücü dikkatealındığında, örneğin Cumhurbaşkanına Hakaret gibi bir suç iddiasında gözaltı vetutuklama tedbiri uygulamayan ya da olaya ifade özgürlüğü perspektifindenbakmaya çalışan bir yargı mensubunun, büyük bir riski de göze almış olmasıgerekmektedir.
Devletekarşı işlenen suçlarda, yargı mensubu, mağduru devlet, faili ise vatandaş olanbir uyuşmazlıkta hakemlik görevini tarafsız bir şekilde yapmak zorundadır.Yargıcın görevi, suç işlenmesini önlemek, devleti kurtarmak ya da suçlamücadele etmek değildir. Yargıç, mağduru devlet bile olsa, olaya tarafsız gözlebakmalı, salt mezkur fiile ve delillere yoğunlaşmalıdır. Aksi durumdakahramanlık yapma ve devleti kurtarma edasıyla, bir polis gibi hareket edip,işe duygularını katıp, faili en baştan hain, kendini de vatansever,polisi/savcıyı/kendini “biz”, sanığı ise “öteki” olarak görmemeli, yargılamadasanığı horlayarak, kötü davranarak, aşağılayarak, en aleyhe hükümleriuygulayarak işi bir nevi intikam almaya dönüştürerek adaleti yok etmemelidir. Helesiyasi iktidarın duygularına vereceği kararla tercüman olmamalıdır. Zira yargıç,dosyadaki delillere ve vicdani kanaatine göre bir hüküm tesis etmelidir.Herkesin adil şekilde, tarafsız ve bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı olduğunuunutmamalıdır.
Mevcutsistemde, yargı mensubu bir kişi terör tehlikesinin olduğu bir bölgede görevyapıyorsa, önüne gelen bir dosyada kolluk tarafından PKK Terör Örgütü hakkındatalep edilen bir koruma tedbirine, dosyadaki eksikliği belirterek hayır demesiçok zordur. O bunu yaparak, kendince hukuku işlettiğini sanırken, önüne butalebi getiren kişiler yargıcın ya da savcının devletten yana olmadığını,ihanet ettiğini düşünmekte, bakış açısını ona göre oluşturmaktadır. Yinejurnallerin artık resmi bir evrak ve hatta mahkeme kararlarından bile üstüngörüldüğü, jurnalciliğin bir meslek gibi kabul edildiği, bu işi yapanlarınkendilerini kahraman, yaptıranların ise vatana-millete hizmet ediyorsun diyetakdir ettiği bir ortamda, bu gibi karar veren kişiler hain olarak fişlenmekte,gerektiğinde önüne konulmakta ve aleyhine işlemler tesis edilmektedir.
15 Temmuz sonrası süreçte de FETÖ dosyalarındatutuklama yapmayan bir kısım sulh ceza hakimlerinin açığa alınması vetutuklanması, Bylock konusunda iddianamenin iadesi ya da istinafın kabulükararı veren kişilerin görevden alınmaları, ünvanlı görevlerindenuzaklaştırılmaları da siyasi davalarda konjonktürel tercihe aykırı, adil verasyonel karar vermeye çalışan yargıçların neler yaşadıklarını göstermektedir.
SONUÇ
Devletten maaş alan, gerçekanlamda mesleki garantisi olmayan, can ve gelecek endişesi taşıyan, birkaçkişinin iki dudağının arasına kaderi sıkıştırılan, mesleğe alımından meslekhayatının tüm aşamalarında siyasetin kokusunun sindiği, siyasi iktidarıngölgesini her an üzerinde hisseden, çok basit delillerle suçlanabilen, sorunyaşadığı bir meslektaşının iftirası ile mesleğinden atılma tehlikesi yaşayan,günlük hayatta sürdüğü yaşam faaliyetleri, alış veriş yaptığı dükkanınsahibinin mensubu olduğu dini cemaat/tarikat/örgüt yüzünden suçlanan, yanodasında görev yapan meslektaşı ile piknik yaptığı için ihraç olan, siyasi birdavada ifade özgürlüğü tartışması yaptığı için görev yeri kıdemiyle uyumsuzbölge ile değiştirilen, medya eliyle verdiği kararlar yüzünden karalanan, yakınbir akrabasına izafe edilen isnatlar yüzünden ihraç edilen, siyasi iktidarınkafasını bozan bir karar verdiğinde kanunlar değiştirilmek suretiyle aleyhedurum yaratılan, teminat denilen anayasal ve yasal düzenlemelerin aslında birsüs olduğu ortaya çıkan, bugün verdiği adil kararlar yüzünden siyasi iktidarındeğişmesi ile yarın herhangi bir şekilde suçlanıp hapse atılmayacağınıngarantisini göremeyen, liyakatın yok sayıldığı adamcılığın ve söyleneniharfiyen yapmanın geçer akçe olduğu bir süreçte görev yapan yargı mensuplarının,istese de önüne gelen siyasi yönlü bir davada maddi gerçek arayışınagiremeyeceği, adaletin tesisi için her türlü araştırmayı yapamayacağı,kendisine çizilen sınırın ve işaret edilen gayenin dışına çıkamayacağı artıkkabul edilmesi gereken bir realitedir.
Burealite artık halk tarafından da kabul edildiği için, yargıya güven %11’ lerseviyesine düşmüştür. Yolu bir şekilde mahkemelere düşen kişiler, adaletyakarışlarını boş yere dillendirilmemektedir. Örneğin, Rabia Naz Vatan Dosyası,örneğin siyasi iktidarla bağı olan her hangi bir kişi ya da tarikat hakkındayürütülen soruşturmalarda anında medya yasağı ve kısıtlılık kararı verilmesi,örneğin Çorlu Tren kazası dosyası, örneğin arkası güçlü, zengin kişilerin FETÖdosyaları... Bu örnekleri binlere çıkarmak mümkündür. Google girilip, birkaçsaat araştırma yapılması halinde, kimlerin dosyalarının kapatıldığı, kimlerinhakkında dosyalar üretilerek tutuklama-gözaltına alma-ihraç vb tedbirlerinuygulandığı, cezalar verildiği görülebilecektir.
Neticeten,yargı organının siyasete bulanmış ve yürütmeye entegre bugünkü yapısı ile; TCK’da düzenlenen siyasi suç tiplerinde veyahut iktidara mensup ya da yakınkişilerin dosyalarında adil bir yargılama beklemek mümkün değildir. Olmasıgereken hakim-savcı teminatını gerçekten işletmek, bu teminatın varlığına yargımensuplarını inandırmak, dünya yıkılsa bu teminatın yıkılmayacağını göstererek,yargı mensuplarının sadece kanunun ve vicdanlarının sesini dinleyerek kararvermelerinin önünü açmaktır. Eğer bir yargıç duruşma öncesi, eski bir bakanında söylediği gibi, kendisine gelen bir telefondaki iradeyi kendi iradesinetahvil edip kararını, vicdanının değil telefondakinin sesine göre veriyorsa;haktan, hukuktan, adaletten, reformdan konuşmanın bir anlamı yoktur.
FATMA VİLDAN YİRMİBEŞOĞLU