SİLAHLARIN EŞİTSİZLİĞİ AVUKATLARIN KADERİ DEĞİLDİR!
“Ayrıcalıkların sadece eşitlikten doğduğu,vatandaşın yönetime, yönetimin halka, halkın da adalete tabi olduğu bir düzenistiyoruz.”
Maximilien Robespierre
Hepimizin bildiği üzere hakimler, savcılar ve avukatlar aynı fakültelerde okuyan kişiler olup, kimisi tercihten kimisi de zorunluluktan farklı meslekleri tercih etmek durumda kalmışlardır. Aynı liselerden, fakültelerden mezun olmuş bu üç grup arasında -aslında buna iki grup demek daha doğru olur- mesleklerine başladıklarında büyük bir uçurum oluşmakta, açılan bir sınavı kazanan bazı hakim - savcıların farklı bir boyuta geçtikleri, akil insan oldukları gibi bir hale büründükleri gözlenmektedir. Bu makalemde, avukatlar ile hakim-savcılar arasında fiilen oluşturulan, mevzuatımızda yeri olmayan hiyerarşiyi ve bunun önlenmesi için yapılması gerekenleri ele almak istiyorum.
Hukuk fakültesi birinci sınıftan başlayarak bize öğretildiği üzere yargılama, üç saç ayağı üzerine bina edilmektedir ve bu saç ayaklarından birinin olmaması ya da zayıflaması adil bir yargılanmanın varlığını imkansız hale getirmektedir. Ülkemiz yargı sisteminde bu saç ayağının ikisinin (iddia ve yargılama) gayet sağlam olduğu hepimizin malumudur. Buradan da şu sonucu çıkarmak yanlıştır; ülkemizde sağlam olan bu iki saç ayağı sadece kudretliler tarafından çizilen hudutlar dahilinde sağlamdır, sınır aşıldığıanda bu saç ayaklarının derhal kırıldığını da not etmek istiyorum. Ancak üçüncü saç ayağı olan savunmanın, bu iki grup karşısında uygulamada oldukça zayıf bırakıldığı, neredeyse tüm enstrümanlarının etkisizleştirildiği görülmektedir.
Şunu belirtmekte fayda vardır: hakimlik mesleğinin kutsanması, saygı duyulmasının nedeni bu kişilerin; hakîm, fehîm, müstakîm,emîn, mekîn ve metîn olduklarına duyulan inançtır. Bu inancı hak etmeyen, adil karar vermeyen, hukuku adeta katleden hakimlere sadece bir sınavı (son yıllardada kadroları doldurmak için oldukça basitleştirilmiştir) kazandıkları için, iş ilişkisinden kaynaklanan mecburiyet dışında, saygı duymak, önemli görmek gibibir yükümlülüğümüz de asla yoktur.
Savunma makamını temsil eden avukatların özellikle hakim ve savcı sınıfı tarafından muhatap olarak kabul edilmediği, direk kalem ile muhatap edilerek kendilerine bir ulaşılamazlık havası takınıldığı, kapılara kartlı giriş sistemleri konularak yargılamanın bir parçası olan avukatların yargılamanın dışına itildiği, savunmalarının kesildiği, taleplerinin yerine getirilmediği, duruşma salonlarından kovulduğu, avukatların görüşme taleplerinin keyfi ve gerekçesiz reddedildiği, bazen avukatların iş bilmezlikle itham edildiği, bazen dekendilerinin zaten her şeyi çok iyi bildiklerini açıkladıkları, kürsüde olanların dokunulmaz, eleştirilmez, yanlış yapmaz gibi üstün vasıflarının olduklarına inandıkları ve bizleri de buna inandırmaya çalıştıkları, sanki avukatların da aynı sıralarda okuyan hukuk mezunları olduklarını unuttuklarını gözlemlemiş bulunmaktayım.
Ben uzun yıllardır İstanbul’ da hukukun neredeyse her alanıyla meşgul olmuş biri olarak şunu net bir şekilde söyleyebilirim ki, nitelik ve donanım olarak uluslararası yeterliliği olan bir çok hukukçunun avukatlık; memurluk dışında başka hiçbir görevi icra edemeyecek kişilerin de hakimlik-savcılık yaptığını gözlemlemekteyim. Sonuç olarak, arada oluşan bu hiyerarşinin nedeni mesleki donanım değildir. Nedir derseniz; yukarıda izah edildiği şekilde hakimlerin/savcıların, üstün meziyetli olduklarına ya da olmaya çalıştıklarına olan inanç ve ellerindeki kamusal yetkidir.
Eğer hakimler ve savcılar adil yargılama noktasında meziyetli ve yeterli değillerse, bu gruba saygı duymanın tek nedeni; ellerindeki kanundan kaynaklanan kamusal güç olup, hiyerarşinin oluşma nedeni de avukatlara haksız yere hiç tanınmayan, bu güçtür. Bu kamusal güç hakimler ve savcılara elitist bir yaşam sürsünler, adliye koridorlarında her gören ayağa kalkıp kendilerine selam dursun, etraflarına bağırıp çağırsınlar, keyfi davransınlar diye tanınmamıştır. Bu gücün verilmesinin tek nedeni; bu kişilerin görevlerini en iyi şekilde icra etmeleri, adil bir yargılama-soruşturma yapmalarını sağlamaktır. Yoksa bu gücü, kendi egolarını tatmin için kullanmak değildir. Dolayısıyla, bizler tanınan bu kamusal gücün yargılama faaliyetlerinin daha iyi işlemesi için kullanılmasını istiyoruz….
İddiave savunma makamı arasında, şuan ülkemiz şartlarında ve uygulamada yaptıkları görev gereği bir fark yoktur. Her ne kadar savcıların lehe aleyhe her türlü delili toplayacakları gibi bir CMK hükmü olsa da, özellikle siyasi davalarda savcıların mesleklerinin bu kısmını unuttuklarını söylemek mümkündür. Bizler avukat olarak, savcıların kürsüde neden bizden üstte oturduklarını, bunun silahların eşitliği prensibine aykırı olduğunu söylediğimizde karşımıza CMK’nın 160. Maddesini koyan yetkililerimize, uygulamada bu maddenin özellikle konjonktürel davalarda metruk kaldığını açıklamamız ve bu durumun düzeltilmesini sağlamamız gerekmektedir.
Ayrıca avukatlara özellikle soruşturma aşamasında delil toplayabilme yetkisinin tanınması, bu konuda kolluk birimleri, bağlı kurumlar, hastaneler vb yerlerden bilgi belge temin etme, dilekçe yazıp istenilen delillere ivedi ulaşabilme gibi bir kısım hakların verilmesi gerekmektedir. Kovuşturma aşamasında ise, avukatların konuyla alakalı taleplerinin belli bir aşamaya kadar, aynen hukuk davalarındaki ön inceleme safhası gibi, ibraz etmeleri bu taleplerin de mutlakayerine getirilmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılması, bu konuda hakimlere bağlı keyfiliğin önlenmesi ve yerine getirilmeyen taleplere karşı itiraz müessesesinin ihdas edilmesi, yani bir başka deyişle avukatların aynen bir savcı gibi müvekkilinin hakkını savunacak silahlara kavuşmasının sağlanması zorunluluktur. Bu düzenlemeler, siyasi iktidar ve meclis ile yapılacak müzakereler sonucu çıkarılabilirse; işin kalitesi artacağı gibi, iddia makamının süngüsü de düşecek olup hak kayıplarının önlenmesini sağlanıp, avukatlık mesleğinin daha fazla prestij kazanacağını söylememiz mümkündür.
Yine avukatlara, savunma için yeterli süre ve imkan tanımayan, sözlerini kesen, aşağılayıcı hareketlerde bulunan ve azarlayan hakimler ve savcılara karşı; baro yönetimi olarak önce yetkililer ile yapılacak müzakereler sonucu (Komisyon başkanları, başsavcılar, HSK üyeleri) bu tarz hareketlerde bulunan kişilerin hal ve hareketlerinde daha nazik olmalarını ve etik ilkeler çerçevesinde kalmalarını sağlayıcı girişimlerde bulunulmalı, bu iyi niyetli girişimlerdenbir sonuç çıkmaması halinde ise, resmi başvurular ile anlatılan şekilde davranan hakim ve savcılara karşı yasal şikayet müessesi işletilmelidir. Kimsenin avukatları keyfi nedenlerle ezmesine müsaade edilmemelidir.
Savcıların, kürsüde hakimler ile aynı hizada oturması mutlak surette sistemden çıkarılmalıdır. Bu konuda, mevzuatta olan ancak uygulamada esamesi okunmayan,“sanığın lehine de çalışıyoruz” savının yok hükmünde olduğu, mahkeme heyetinin neredeyse 4 kişi olarak çalıştığı, dosyalar hakkında duruşma günü öncesinde duruşma savcısı ile birlikte mahkeme heyetinin konuşup tartışırken; dosya avukatının o anda söz konusu odaya dahi giremediği, mahkeme heyeti ile savcı arasında bir meslektaş dayanışmasının söz konusu olduğu, duruşmada çok konuşan hiçbir savcının mahkeme başkanı tarafından çok konuştu diye önce azarlanıp sonra da jandarma zoruyla yaka paça duruşma salonundan kovulmadığı milletvekillerine anlatılarak, gereken lobi çalışması yapılıp mevzuatımızda bulunan bu hükmün ivedi şekilde kaldırılmasını sağlamak baro yönetiminin öncelikli görevlerinden biri olmalıdır. Eğer avukat olarak bizler, silahların eşitliğinden bahsedeceksek ya da başkalarının hakkını müdafaa etmeyi amaç edindiysek; bu müdafaamızın önündeki en büyük engel olan savcıların ağır ceza mahkemelerindeki tahakkümünü yıkmamız şarttır.
Duruş masaatleri öngörülebilir ve uyulabilecek şekilde düzenlenmelidir. Uygulamada mahkemelerin duruşma saatlerini 10 – 15 dakikalık aralıklarla düzenledikleri ancak bu düzenlemenin sıklıkla tutmadığı, avukatların saatlerce duruşma kapılarında beklemek zorunda kaldıkları ya da beklerken bir nedenle 5-10 dakika olsun oradan ayrıldıklarında duruşmayı kaçırdıklarına defalarca kez şahitoldum. Bu konuda UYAP ‘a entegre bir aplikasyon ile, mahkemelerin iş yoğunluğu nedeniyle zamanlamayı tam ayarlayamadıkları gibi durumlarda, mübaşirin seslenmesine rağmen duymayan meslektaşlarımızın, UYAP sisteminde duruşma zaptıaçıldığı anda duruşmanın başladığını kendisine uyarı olarak derhal bildirecek bir sistem geliştirilmelidir. Bu konuda bizlere yardımcı olacak bilgisayar yazılımı ile uğraşan birçok firma piyasada iş yapmaktadır. Böyle bir sistemin geliştirilmesi, avukatların mübaşirlere olan mecburiyetini de ortadan kaldıracaktır.
Avukatların İstanbul içinde ulaşımlarında Baro tarafından bir kısım avantajlar ve imkanlar tanınmalıdır. Hepimizin malumu olduğu üzere İstanbul içi ulaşım hem masraflıhem de oldukça zaman almaktadır. Hakimler ve savcılar kendilerine tahsis edilen servisler ile bu zorlukları aşarken, vergi mükellefi olan avukatların hem yol,hem otopark masrafına girmesi ve dolaylı olarak da zaman kaybetmesi adil değildir. 40.000’ den fazla kayıtlı üyesi olan İstanbul Barosu’ nun, üyelerinin ulaşımı hususunda bazı projeler üretmesi gerekmektedir. Örneğin, bir kısım servis şirketleri ile anlaşılarak, mesai saatlerinde İstanbul’ un farklı adliyeleri arasında ve merkezi ilçelerine ring şeklinde saat başı ya da yarım saatte bir olacak şekilde minibüs/otobüsler tahsis edilmelidir. Bu yapıldığı zaman, avukatlar İstanbul’ un herhangi bir adliyesine vardıklarında, hiçbir toplu taşıma ya da şahsi araca gerek duymaksızın konforlu şekilde işlerini görebilecekleri diğer adliyelere gidebileceklerdir. Bu iş için İstanbul Barosu’nun kaynakları yeterlidir. Bu uygulama hem avukatların masrafını azaltacak, hem meslektaşlarımız arasında birlik şuurunu oluşturacak, hem de konforlu bir yolculuk yapılarak adliyelerin içine kadar gidilebilecek olup çok sıcak ve çok soğuk günlerde oluşan mağduriyetler minimuma indirilecektir. Faaliyete geçirilecek yaygın servis hizmetleri, meslektaşlarımızın yaşam kalitesini ve itibarını arttıracaktır.
Sonuç olarak, adliyelerde avukatların da yargılamanın bir parçası olduğunun fiilen karşılık bulduğu bir bilincin oluşması gerekmektedir. Bu bilincin oluşması da ancak örgütlü bir topluluk olan baroların, İstanbul özelinde İstanbul Barosu’nun yürüteceği planlı ve sistemli eylemler/girişimler silsilesiyle olacaktır.
Bir avukatın tek başına, kovulduğu mahkemenin başkanına karşı yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ancak İstanbul Barosu’nun böyle bir olayda ağırlığını koyması halinde bu tarz hakim ve savcıların, aynı davranışa bir daha tevessül edemeyecekleri malumdur. Öte yandan baro yönetimlerinin, avukatların soruşturma ve yargılamaya daha aktif katılımlarını sağlayacak projeler geliştirerek, mecliste ve siyasi kulislerde çalışmalar yürüterek söz konusu olacak düzenlemeler ile; özellikle ceza davalarında avukatların kaderi haline gelen silahların eşitsizliği durumu bir nebze olsun ortadan kaldırılabilecektir.
FATMA VİLDAN YİRMİBEŞOĞLU