Namus Cinayetleri Yargılamaları ve Uygulama Sorunları
Namus Cinayetleri Yargılamaları ve Uygulama Sorunları
Kadının İnsan Hakları Mücadelesi içinde 25 yılımın 13 yılını güneydoğuda gönüllü kadın danısmanlığı yaparak geçirmis hem aktivist hem de avukat bir kadın olarak yargılama dosyalarını ve sorunlarını sizlerle paylasmak isterim. Güneydoğuda yaptığım ankete katılan 560 kisinin yaklasık %39’u “Kadının namusu nedir?” sorusunu, “Kadının cinselliğini ve kurduğu düzeni toplumsal onayla yasaması” olarak tanımladı. “Namusumu serefimi temizlemek için bende namus cinayeti islerdim” diyen üniversitedeki öğrencilerim, birlikte çalıstığım erkek avukatlar, hukukçular, eğitim verirken sohbet ettiğimiz silahı belinde güvenlikçiler, namus cinayeti dosyalarımda karsıma sanık olarak çıkan köy korucuları konunun vahametini büyütüyor, toplumsal mesruiyeti artırıyor. Sorun yalnızca erkeğin kadını mal olarak gördüğü ataerkil toplum yapısı değildir. Sorunun ekonomik ve bununla bağlantılı olarak da maddi-güç-namus üçgeni ardında gizlenen feodal yapının devamını hedefleyen boyutu da vardır. Ve tüm bu etkenler birbirini olumsuz anlamda tetikleyip beslemektedirler. Ceza Kanunu’na AB’ye uyum sürecinde 2003’te çıkarılan altıncı uyum paketiyle TCK’nın “namus cinayetlerinde özel ağır haksız tahrikten cezaya indirim getiren” 462’ncü maddesi yürürlükten kaldırılmıstır. Töre cinayetleri “nitelikli adam öldürme” kapsamına alınmak suretiyle cezası ağırlastırılmıs müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak, aynı maddenin gerekçesi, bir “töre cinayeti”nin nitelikli insan öldürme olarak yargılanabilmesi için; somut olayda “haksız tahrik”e yol açabilecek hiçbir unsur olmamasını sart kosar. Bu da “haksız tahrik”e dayanarak ceza indirimine gidilmesinin halen mümkün olabileceğini göstermektedir (Mad.82). Oysa tanımı dolayısıyla haksız tahrik hükümleri, nitelikli insan öldürme için geçerli değildir. Kanunda hafif ve ağır tahrik ayırımı kaldırılarak, bu konuda hakime genis takdir yetkisi verilmistir. (Mad.29) “Haksız tahrik” indirimi yapılabilmesi için “haksız fiilin” fail üzerinde bir hiddet veya siddetli elem meydana getirmesi ve suçun islendiği anda failin bu durumun etkisi altında bulunduğu kabul edilmistir. Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya siddetli elemin etkisi altında suç isleyen kimseye ağırlastırılmıs müebbet hapis cezası yerine18 yıldan 24 yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine de 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası verilecektir. Diğer durumlarda, verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilecektir.(Mad.29) Maddedeki düzenleme nedeniyle, bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçeklestirilen fiiller dolayısıyla fail, “haksız tahrik” indiriminden yararlanamayacaktır. Haksız fiil, bir davranısın hukuk düzenince tasvip edilmemesi anlamına gelmektedir. Böyle bir haksız fiili yapan kisiye karsı yönelik fiilin varlığı durumunda, maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir. Örneğin, cinsel saldırıya maruz kalmıs kadına karsı babanın veya erkek kardesin islediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Ceza Yasası yapılırken Türk Ceza Kanunu Kadın Çalısma Grubu içinde de yer aldığımdan kadın örgütleri olarak önemli desteğimiz ve müdahalelerimizin olduğunu söylemeliyim. Önerilerimizin önemli bir kısmının kanunda yer almasına rağmen, “Nitelikli adam öldürme” maddesine alınan “töre saiki” ifadesinin “namus saiki” olarak değistirilmesine yönelik talebimiz ciddi bir dirençle karsılasmıstır. “Töre cinayeti” ile “namus cinayeti” aynı sey değildir. Kanun, asiret ya da aile meclisi kararına bağlı töre cinayetlerini nitelikli insan öldürme kapsamına alırken, kisilerin kendi namus anlayısları nedeniyle isledikleri “namus cinayetleri” ne indirim yolunu açık bırakmaktadır.“Töre cinayetleri” terimi, namus adına islenen cinayetleri tanımlamakta yetersizdir. CEDAW Komitesi’nin Subat ayında Türkiye için yayınladığı “bağlayıcı” Tavsiye Kararları doğrultusunda, kadına karsı siddet konusunda “namus” kavramına dayalı her türlü savunma, haksız tahrik indirimi yasalardan çıkartılmalıdır. Bu durum Türkiye’nin 2004 yılında Birlesmis Milletlerde, namus adına islenmis cinayetleri önlemek için bulunduğu taahhüde uygun olacaktır.
Namus Gerekçesiyle İşlenen Cinayet Davalarında Yaşanan Sorunlar:
Aile Meclisi İnfazlarında Müdahil Sorunu
Töre ve namus adı altında islenen cinayetlerde, öldürme kararı genelde öldürülenin ailesi tarafından verilmektedir. Dolayısıyla, müsteki-müdahil olabilecek kisilerle suça azmettiren ve suç fiilini isleyenler genellikle aynı kisilerdir. Bu da, bu tür davalarda müdahil tarafında herhangi birisinin bulunmamasına yol açmaktadır. Müdahil tarafında kimse bulunmadığı için sanığın savunmasıyla yetinilmekte, savcıya bu konuda yardımcı olunamamakta, verilen kararlar da, sayet savcılık makamınca temyiz edilmezse, Yargıtay denetiminden geçmeksizin kesinlesmektedir. Bu durum kadınların namus adına islenen suçların mağduru olmaya devam etmesine neden olurken, faillerinin takibi ve cezalandırılması zorlasmaktadır. Kadına yönelik siddetin önlenmesi konusunda devlet, uluslararası platformlarda birtakım taahhütlerde bulunmus ve sözler vermistir. Uluslararası sözlesmeler gereğince, namus veya töre adı altında islenen suçların derhal ve derinlemesine sorusturulması ve faillerin cezalandırması devletin görevleri arasındadır. Uluslararası belgeler, açıkça, kadınlara yönelik siddet ve suçları, bir insan hakları sorunu olarak tanımlamıstır. Dolayısıyla, bu tür cinayetlerin önlenmesi için yeni hukuki yolların denenmesi, mevcut mevzuat yorumlanırken insan hakları temasının öne çıkartılması sarttır. Anayasamızın 90.md son fıkrasına yapılan ilaveyle onaylamıs olduğumuz uluslararası sözlesmeler iç hukukumuzla çatıstığında hakim uluslararası sözlesmelere göre hüküm kurar. Türkiye İnsan Hakları Avrupa Sözlesmesi, CEDAW gibi ve Ek Protokol belgelerini imzalamıs bir ülke. Kadın vatandaslarının yasam hakkını korumak namus, töre gibi kadının insan haklarının ihlalini önlemek için gerekenleri yapmak zorunda olduğu gerçeğinin altı çizilmis. Namus cinayeti davalarında Kadın maktül ya da mağduru ancak bu suçlardan sistemli bir biçimde zarar gören kadınlar savunabilir ve davaya müdahil olabilir. Benim durusmaya güvenliklerini sağlayarak götürdüğüm ya da tanık koruma programına aldırmaya uğrastığım kadınlar henüz yasarlarken bile olağanüstü önlemlerle mahkemeye gidebiliyorlar. Böylesi karsı tarafları çok güçlü cinsiyetçi/politik bir davada ölenin geride kalan hakkını, onurunu kim koruyabilir, kadın örgütlerinden baska. Biz TCK Kadın Çalısma Grubu olarak yeni TCK değisiklik taleplerimiz esnasında bunu ısrarla istedik fakat talebimiz yanıtsız kaldı. Davaya müdahil kabul edilmediğimiz taktirde “sanığın aksi ispat edilemeyen savunmalarıyla (çünkü ölenin konusma yeteneği yok) haksız tahrikte bulunduğu gerekçesiyle ceza indirimine” diye çıkan binlerce kararlardan biri çıkmaya devam edecek. Savcı temyiz etmezse de karar kesinlesecek. Bu Adil Yargılanma İlkesi’nin de ihlaline giriyor. Ancak, bütün bu durumlarda mahkemenin tavrı ve yorumu önem kazanmaktadır.
Ceza İndiriminden Yararlanma Yolları
Töre veya namus adı altında islenen cinayetlerde ceza indiriminden yararlanmak için çesitli yöntemlere basvurulmaktadır. Bunlardan ilk akla geleni, cinayet hangi gerekçeyle islenmis olursa olsun, namus adına islendiğinin iddia edilmesidir. Çünkü namus adına islenen cinayetlerde asağıdaki örneklerde olduğu gibi ceza indirimi söz konusu olmaktadır. Cahit, gayrı-mesru cinsel iliski içinde olduğunu iddia ettiği kız kardesi Zehra ve Süleyman’ı öldürmüs, iki kisiyi öldürdüğü için hakkında idam cezası istenirken bes yıl hapis cezası ile kurtulmustur. Serap, erkek kardesi Ertuğrul tarafından, değisik erkek arkadasları olduğu için boğazı sıkılarak öldürülmüstür. Hakkında müebbet hapis istendiği halde, namus indirimi ile ceza 12 sene 6 ay 15 güne düsmüstür. Fatma, baska erkeklerle birlikte olduğu dedikodusu yüzünden kocası Mehmet tarafından bıçakla öldürülmüstür. Sanık için müebbet hapis istendiği halde cezası 15 yıla indirilmistir.
Savcının Soruna Bakısı
Bölgede görev yapan savcılar benzer davalar önlerine geldiği zaman farklı tutumlar izlemektedirler. Bu da, hem islenen suçlara verilen cezayı, hem de caydırıcılığı etkilemektedir. Ayrıca, savcılar tarafından kullanılan inisiyatif, çoğu kez bölge gerçekleri perdesinin arkasında kalmakta, söz gelisi, kimi zaman mağdurların aileye tesliminde herhangi bir sakınca görülmemektedir. Bu ise doğal olarak mağdurun öldürülmesiyle sonuçlanmaktadır. Buna rağmen, kimi savcılar, diğer meslektaslarının zihniyet kalıplarının dısına çıkabilmektedir. Asağıdaki örnekler, iddia makamının yöresel örf ve adetten ne kadar etkilendiğini göstermektedir.
Kadının kocası il dısında çalıstığı için yalnız yasadığı eve belirsiz saatlerde girdiğine iliskin somut bilgi olmamasına rağmen kayınpederi olan amcası tarafından öldürülmektedir. Maktulün haksız fiilinin olmamasına karsın, yöresel kosullara uygun yasamadığı düsünülerek savcı sanık için haksız tahrik indirimi istemistir. Đddia makamı, sanığın ağır tahrikle bu suçu islemesi, maktulenin yöresel sartlar nazara alınarak yadırganacak davranıslar içinde bulunması yani kocasının ailesiyle yasamaması nedeniyle sanığın ağır tahrikin etkisiyle suçu islediği kabul ederek cezada indirim talep etmistir. Namus cinayeti yargılamaları üzerine yaptığım arastırmada yasaların uygulanmasında yargı mensuplarının bölgedeki örf adet ve geleneklerinin etkisi altında kaldığına da tanık oldum. Ancak son yıllarda savcı ve hakim görüslerinde önemli bir değisimin de yasandığını görüyorum. Genelde “kadınların kendi yasamları ile ilgili kararlarında, (evlenme, bosanma, nikahsız yasama tercihi gibi) cinayet isleyene cezada haksız tahrik indirimi sağlayan kararlarda olumlu değisiklikler bulunuyor. Hatta bu değisiklik benzer olayda aynı yargıcın eski ve yeni kararlarında olumlu bir değisiklik olarak ortaya çıkıyor.
Yargıcın Bakış Açısı
Yüreğimize su serpen yargıçlarımıza ve onların mahkeme kararlarına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde evrensel hukuku bölgesel hukuka dönüstüren, töreden etkilenen yargıçlarımız da vardır. Benim incelediğim bazı mahkeme kararlarında yargıçların yorumlarına baktığımızda cinsiyet ayrımcılığını içsellestirmis olduklarını görebilirsiniz. Öyle ki, “kendisine çizilen sınırları astığında kadınlar siddeti hak eder” zihniyetine sahip yargıçlar olduğunu biliyoruz. Bu anlamda onların, sokakta namus adına cinayet isleyen sıradan insanlarla büyük benzerlikler tasıdıklarını üzülerek de olsa ifade etmek gerekir. Unutmamak gerekir ki, değismesini istediğimiz ve bir kısmını değistirebildiğimiz ilkel yasalar, hukukçular ve yasa yapıcılar tarafından hazırlanmıstır. Bu açıdan bakıldığında, hukuku hazırlayanlarla, hukuku uygulayanların, erkek egemen zihniyet açısından dayanısma içinde oldukları ve bu nitelikleriyle namus cinayetlerini cesaretlendirdikleri de söylenebilir. Kimi mahkeme kararlarında müsteki mağdurenin yargılama asaması boyunca ifadesinin alınamamasının salt can güvenliği bulunmaması kavramıyla açıklanamayacağı, yargılama sürecini sanıklar üzerinde bir intikam aracı olarak kullanmasının adalet ilkeleriyle bağdasmadığı elestirileri yapılmıstır. Bir kararda ise zorla evlendirildiği için kocasının evinden kaçan kadının, kız kardesinin baskı altında verdiği ifadeye dayanarak “mağdurenin sanıkla sevmeden evlenmesi veya zorla evlendirilmesi gibi bir durum söz konusu olmayıp mağdurenin gerek Medeni Yasa gerek tüm toplumca benimsenmis ahlâk kurallarına göre aile içinde dürüstlük ve sadakat ilkesine uymadığı… esi ve ailesini bu tür davranıslarıyla asağılayarak sürekli bir kıskırtmanın içerisine soktuğu açıkça ortada iken, gayri mesru ve ahlâk iliskileri normal bir olaymıs gibi gösteren ve değerlendiren anlayısı hukukun itibar etmesi de mümkün değildir.” İfadeleriyle mahkeme ahlak dersi vermeye çalısarak karısını öldürmeye çalısan sanığa haksız tahrik indirimi sağlamıstır. Zorla evlendirildiği bosanma hakkı olmadığı bu düzende genç kadının istemediği bir evlilikten kaçmaktan baska sansı olmadığını sanki bilmez görünür bu mahkeme kararını veren sayın üyeler. Boyun eğmeme durumunda ahlaksızlıkla damgalamayı resmi yazıya karara döker adeta.
Töre Cinayetlerinde Aile Meclisi Kararı Aranması
Namus cinayeti yargılamalarında en büyük sorundur doğru tanık bulunabilmesi. Nice emniyet, jandarma önünde sıcağı sıcağına olayı anlatan ve sanığı/sanıkları isaret eden görgü sahitleri çoğu kez korkudan, aile ve mahalle baskısından ifadelerini değistirmektedir. Bu gerçeği çocuklar bile bilirken Yargıtay’ın son yorumunda yasada olmamasına rağmen töre cinayetlerinde “aile meclisi kararı” araması, yargılamayı içinden çıkılmaz sonuç alınamaz bir hale getirmistir. Elbette “töre saiki” ile islenen cinayetlerinin bir kısmının “aile meclisi kararı” ile islendiği doğrudur. Ancak bireysel kararlarla da bu cinayetler islenmektedir. Bu cinayetler bireyin töreyi içsellestirmesi sonucu aile meclisi kararları olmaksızın da gerçeklesmektedir. Yasada “töre saiki” dısında bir sınırlama olmama nedeniyle referans yalnızca yasa hükmüyle yargıcın kanaati olmalıdır. Sadece somut olayda haksız tahrikin kosullarının bulunmaması gerekmektedir. Yargıtay bu yorumuyla sınırlarını asmakta bu yasa maddesinden adeta rahatsız olmusçasına yasa koyucu yerine geçmektedir. Aile meclisi kararı ispat edilmesi zor istisnai vakalardan olduğundan katile ve azmettirenlere hak ettikleri ceza verilmeyerek sırtları sıvazlanmaya devam edilecektir. Bu durumda olayı aydınlatmak uygulayıcıların sabrına, titizliğine kalmaktadır.
Can Güvenliği Sorunu, Tanık Koruma Programı ve Telefon Dinleme
Durusmalarda tanıklar ve mağdurlar için can güvenliği sorunu yasanmaktadır. Zaman zaman mağdur tanık durumundaki kadınları durusmaya tasırken güvenliklerini sağlamak için emniyetten korumayla, adliyeye genis güvenlik isteyerek ve kadının tipini tanınmaz hale getirerek giriyoruz. Basbakanlığın kadına siddete karsı genelgesine rağmen bu çabalar kurumsallasamamıs kisisel gayretlerle götürülmeye çalısılmaktadır. Bununla beraber sevindirici bir gelisme olarak korumamızda olan bir vaka için yargılamadan sonra basvurduğumuz tanık koruma programı isletilmekte olup yasal olarak kimlik değisimi yapılma sürecini yasamaktayız. Bir baska sorun telefonla ölüm tehditleri alan bir ailenin sikayeti ve suç duyurusuna savcı takipsizlik kararı verdi. Cumhuriyet savcısı telefon dinlemelerinin ceza muhakeme kanunu 135. maddede yer alan suçlarla ilgili bir durum söz konusu olduğunda ancak yapılabileceğini söyledi. Benzer bir ailede de kızlarını teslim etmedikleri için oğulları öldürüldü. Bir yıldır telefonla aldıkları tehditler için teknik takip yapılabilseydi bu kayıp verilmeyecekti.
Uygulama Sorunları ve Değerlendirme
Öncelikle kadınlara karsı siddetin ortadan kaldırılabilmesi için Devletin iradesini koyması, “ben siddeti önlemek konusunda kararlıyım” demesi çok önemli. Bunun en önemli ölçütü de bu değisimi sağlamak için bütçe ayırmaktır. Yasalar düzeltildiği zaman her sey hemen değismeyecek ama vatandas namus cinayeti islediği zaman bunun serefli bir suç olduğunu düsünmeyecek. Bu yönde yasalarda önemli adımlar atıldı. Kadının insan hakları mücadelesi ve medyanın bunu yansıtması ve eğitimler ise önemli ölçüde yargı mensuplarının farkındalıklarını sağladı. Ama hala CEDAW’dan haberi olmayan, uluslar arası sözlesmelere bakmamıs yargıçlar var. Devlet içinde olumlu ele alınabilecek önemli bir zihniyet değisiminin var olmasına rağmen statükocu zihniyetlerle çatısmasının ilerlemenin hızını kestiğini düsünüyorum. Devlet bütün kurumlarıyla iradesini ortaya koymak zorunda. Kadınlar siddete karsı korunma mekanizmalarını öğrendikçe, birbirlerine aktarıyorlar. Yakın zaman içinde baska illerden İstanbul ve Ankara’da bana ve arkadaslarıma yapılan basvurularla ilgili yerinde müdahalelerimizle olası namus cinayetleri önlendi. Yalnızca mağdur kadınların değil, kızını teslim etmek istemeyen ailenin de bölgesinden ayrılıp baska ilde yerlesmesini sağladık. Ancak bu kurumsallasmadan uzak oldu. Bu kadınları geçici olarak barındıracak kadın sığınma evlerinin çok eksik olduğunu da söylemek isterim. Siddete karsı yapılan toplantılara baktığımızda; son 5 yılda bakanından valisine akademisyen ve STK isbirliğiyle kadına yönelik siddet ve namus cinayetlerini önleme amaçlı toplantıların yoğun biçimde düzenlendiğini görüyoruz. Toplantılarda çözümün birer parçası olabilecek taraflar ve kurumların çalısmaları devam etmektedir. Bu toplantılarda STK’ların ve kamu kurumlarının birbirinden çokta haberdar olmadıkları ortaya çıkmıstır. Muhtarlıklara, güvenlik güçlerine ve mağdur olan kadınlara yönelik bilgilendirici brosürler hazırlanmıstır; özellikle güvenlik güçleri ve muhtarlıklardan baslanarak uygulamanın titizlikle yürütülebilmesi için bilgilendirme toplantıları programa alınmıstır. Bir gazete ve STK ile birlikte gezici otobüslerle “aile içi siddeti önlemeye yönelik” pilot bölge projeleri yürütülmüstür. Ticari ve Cinsel Sömürü Mağduru Kız Çocuklarını Koruma Projesinde iki asamalı barındırma ve rehabilitasyon sağlanmakta olup, özel bir hizmet verilmektedir. Bu hizmetlere karsın Basbakanlık ve Đçisleri Bakanlığı’nın genelgelerine rağmen uygulamada isbirliği yapacak kurumlar arasında iletisim sorunu yasanmaktadır. Bazı ilgili kurumlara mesai zamanı zorlukla, mesai dısında ise hiç ulasılamamaktadır. Bu sorunu giderme amaçlı İstanbul Valiliği’nde çok sık toplantılar düzenlenmektedir. Yeterli sığınma evi olmadığı gibi sığınma evlerinden sürekli dolu olduğu bilgisi verilmektedir. Ayrıca mağdurları yönlendirecek bir merkez de yoktur. Nüfus cüzdanı ve parası olmayan kadınların islemlerini yapacak görev tanımı yapılmıs bir mihmandar olmamakla birlikte Valilik çalısanlarımız bu islerle uğrasmaktadır. Basvuran mağdurlara bakıldığında mutlaka ihtisaslasmıs kadın sığınma evlerine ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Sığınma evi yönetmeliğinde yer almamasına rağmen 55 yasındaki kadınlar yaslı diye kabul edilmemekte, yaslılar evi ise 60 yas altını genç diye almamaktadır. Bu ihtiyaçlar doğrultusunda yeni bir kadın sığınma evi yönetmeliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Kadına yönelik siddete iliskin istatistiki bilgilerin doğruluğu, güvenilirliği ayrı bir önem konusudur. Bu konuda çalısan kisilerin toplumsal cinsiyet esitliğine yönelik eğitimler alması mümkünse konusunda uzman olmalıdır. Çünkü kurumlardan istediğimiz istatistiki bilgiler zaman zaman hatalı olarak gelmektedir. Özellikle dosyalarına ulastığım için kolluk güçlerinden gelen istatistikleri yeniden değerlendirdiğimde çok bariz bir namus cinayetini ailevi anlasmazlık olarak kayda alanlar vardır. Bu da yapılması gereken değerlendirmelerin doğru sonuca ulasmasını engellemektedir. Yasal düzenlemeler yanında uygulama sorunlarının bir kısmı sürekli eğitimlerle çözümlenebilir. Ancak üzülerek sunu söylemek istiyorum. Değisim için bastaki yöneticilerin iyi niyetli çabaları yetmemektedir. En azından mevcut kadroların önemli bir kısmı bu açılımı yapacak kapasiteye sahip olmayanlardan olusmussa, yaptıklarına inanmıyorlarsa toplumsal zihniyet değisiminin, dönüsümünün çok zor olduğunu belirtmek isterim.
Bu bağlamda;
1- Toplumun “kadının birey olduğu yönündeki eğitimi” yani “Toplumsal cinsiyet esitliği çabaları,
2- Yasal bosluklar, yasal değisiklikler açısından,
3- Yasaların, yeni değisikliklerin tavizsiz uygulanabilmesi için hakların uluslar arası sözlesmeler boyutuyla hem vatandasa, hem yöneticilere, hem de hakim ve savcılara öğretilmesi
4- Koruyucu mekanizmalar, STK ve Kamu Kurumları isbirliği konuları üzerinde durmak gerekmektedir.
5- Ayrıca, ilköğretimden baslanmak üzere, çatısma, problem çözme konuları dahil olmak üzere evrensel değerler insan hakları derslerinin okutulması kalıcı bir değisim için ön kosuldur.
Siddete karsı çalısan kadın sivil toplum kurulusu temsilcileri ve su anda İstanbul’da beraber çalıstığımız devlet yetkilileri önemli bir çaba gösteriyorlar. Önemli de adımlar atıldı ama daha çok yolumuz var.
Av.Vildan Yirmibesoğlu
*BGSS WORKSHOP DOCUMENTATION
Published by the Berlin Graduate School of Social Sciences (BGSS), Institute of
Social Sciences at the Humboldt-Universitat zu Berlin.
http://www.bgss.hu-berlin.de/bgssonlinepublications/Workshop%20Docu/workshoppaper_de_tr/Vildan_Yirmibesoglu_2010_TR