MIŞLI GEÇMİŞ ADALET
“Führer’im; Halk Mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız,
nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır.”
Reich Halk Mahkemelerinin Baş Yargıcı Roland Freisler – 1942 Hit’lereMektup
GİRİŞ
15 Temmuz Darbe Girişiminin ardından bilindiği üzere, 23 Temmuz 2016 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, 3 aylık süre ile olağanüstü hal (Ohal) ilan edilmiş olup, sonrasında 3’er aylık 5 kez uzatma yapılarak bugüne kadar Ohal uygulamasına devam edilmiştir. OHAL döneminde dahi gözetilmesi gereken uluslararası asgari standartlara göre; alınacak önlemlerin etkili olması, anayasal düzeninişletilmesi, hukuk devletinin temel gereklerinin korunması, temel haklar bakımından bireysel özgürlüğün sağlanması ve halkın seçtiği organlarla birlikte karar alma ve denetimin mekanizmasının bulunması bir zorunluluktur[1]. Ohal ilan edilmesini gerektiren şiddet olaylarının varlığını kabul etmekle ve buolayları bastırmakla görevli kurum ve kuruluşların mücadelesini desteklediğimizi belirtmekle birlikte, Ohal uygulamasının ülkemizde var olan hukuka yansımalarını, insan hakları bakımından meydana gelen tahribatı ve demokratik bir hukuk devletinde yer almaması gereken ilke ve uygulamaları ortaya koymak, yargı erkinin devletin güvenliğini sağlamak amacıyla değil deadaleti tesis etmek amacıyla var olduğunu vurgulamak arzusuyla bu yazı kaleme alınmıştır. Bu kapsamda ilk olarak temel hak ve özgürlüklerin neredeyse artıkvar olmadığını yaşanılan gerçek olaylarla birlikte ele aldıktan sonra, aslında var olmaması ya da ihlal anlamına gelecek uygulamalarla hukukun hangi noktaya getirildiğine değinilecek, yargıya yargı mensuplarının bakış açılarını yansıtan bir anket çalışmasının verileri ile son verilecektir.
A.YAŞAYAN HUKUKTA VARMIŞ GİBİ DAVRANILAN HAKLAR
1. MAHKEMEYE ERİŞİM HAKKI VAR-MIŞ!
Gerek uluslararası hukuk gerekse ulusal hukuk tarafından güvence altına alınmış olan mahkemeye erişim hakkı, bu son yaşanılanlarla birlikte tamamen askıya alınmıştır. Şöyle ki, Türk Hukuk Sisteminde İdarenin yaptığı eylem ve işlemlerden bireysel olarak zarar gören kişiler haklarını korumak ve yapılan hukuksuzlukları tespit ve iptal ettirmek için idari yargı yoluna başvurabilmekteydiler. Ancak Ohal döneminde çıkarılan KHK‘larla savunmaları dahi alınmaksızın ihraç edilen yüz binlerce kişinin söz konusu idari işlemin iptali için dava açmaları engellenmiştir. Zira bu kararlara karşı yargı yolunun kapalı olduğu belirtilerek, Ohal Komisyonu işaret edilmiştir. Ohal Komisyonunun kurulmasına dair 23.01.2017 tarihinde 685 sayılı Ohal KHK'sı çıkarılmış, başkanve üyeleri ise 16.05.2017 tarihinde yaklaşık 4 ay sonra seçilmiş,[2]etkili bir başvuru yolu olmasını bir yana bırakalım, bir yıla kadar uzanan bir bekleme süresi sonunda ancak başvuru yolu açılmıştır. Ohal Komisyonuna şeklen bakıldığında bir mahkeme izlenimi vermiş olsa da gerçek anlamda bir mahkemeden söz edebilmek için “yargısal olmayan bir organ tarafından değiştirilemeyecek bağlayıcı karar verebilmesi” gerekmektedir.[3] Ancak Ohal komisyonunun üyelerin atanma şekli ve görev yerlerine bakıldığında bu kişilerin yürütme organından bağımsız hareket etme ihtimali içerik olarak yok denecek kadar azdır.
Örneğin, Ohal Komisyonu Başkanı Selahattin Menteş, Adalet Bakanlığı müsteşar yardımcısı iken bu göreve atanmış, atandıktan sonra 18.10.2017 tarihinde Ohal Komisyonu henüz bir tane dahi karar vermeden ve 685 sayılı KHK nın 3/2 ve 4/1 maddelerine[4] göre atandıktan sonra 2 yıl boyunca hiçbir surette görev yerlerinin değiştirilemeyeceği düzenlenmişken, yürütme bu kişiyi yine idare içinde, idari bir göreve atayarak[5] hem kendi koyduğu hükme uymamış, hem de bu kişiyi daha üst bir göreve atayarak ona olan güvenini ve bu kişinin de bağlılığını adeta gözler önüne sermiştir. Bu durum söz konusu kişinin idareye sıkı sıkıya bağlı olduğunun en bariz göstergesi değil midir?
Ayrıca yine Ohal kapsamında çıkarılan KHK’larlakimi bazı kamu personelinin mesleğinden çıkarılmasına karar verecek idari makamlar değiştirilmiş ve bu anlamda kamu görevlilerinin tabii olduğu idari makamlara olağanüstü yetkiler verilmiştir. Örneğin 667 sayılı KHK'nın 4. Maddesi uyarınca ilgili Kuvvet Komutanı'nın teklifi, Genelkurmay Başkanı'nın inhası, Milli Savunma Bakanının onayı ile askeri personelin kamu görevinden çıkarılmalarına karar vereceği yönünde düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme neticesinde askeri personellerin bazıları Bakanlar Kurulu kararıyla doğrudan doğruya KHK’nin ekinde yer alan listeler halinde ihraç edilip isimleri resmi gazetede yayımlanırken bazıları ise haklarında idari soruşturma yapılmadan savunmaları alınmadan Kuvvet Komutanı'nın teklifi Genelkurmay Başkanı'nın inhası, Milli Savunma Bakanı'nın onayı ile kamu görevinden çıkarılmışlardır. KHK ekinde çıkarılan kişiler bakımından Ohal Komisyonuna başvurulacakken diğerleri bakımından idari yargıda dava açmak gerekmektedir. Bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olduğunu bir tarafa bırakırsak KHK ekinde değil de teklif, inha ve onay şeklinde mesleğinden ihraç edilenler bakımından şuan iç hukukta başvurulabilecek bir yargı organı bulunmamaktadır. Zira İdare Mahkemeleri bu şekilde açılan davalara oybirliği ile ve kesin olarak Ohal Komisyonuna gönderir iken Ohal komisyonu ise doğrudan doğruya KHK ekinde ihraç edilmeyenlerin başvurularını dahi kabul etmemektedir.
Mahkemelerin yerine ikame edilen bu komisyonsonucu kişilerin gerçek anlamda bağımsız ve tarafsız bir yargı merci önüneçıkarılarak yargılanmaları engellenmiştir.
CMK 108. maddeye göretutukluluğun devamı kararının 30’ar günlük aralıklarla gözden geçirilip tahliye edilmeyecekse, tutukluluğun devamı kararı verilerek ilgilisine bir üst merciiye itiraz edebilmek amacıyla tebliğ edilmesi gerekmektedir. Ancak günümüzde tutuklamanın devamı kararları çok geç tebliğ edilmekte ya da bazen toplu olarak geçmişe yönelik bir kaç aylık kararların tebliğ edildiği görülmektedir. Bu da arada verilen tutukluluğun devamı kararlarına itiraz edilmemesi sonucunu doğurmaktadır. Bu durum mahkemeye erişim hakkının engellenmesinin başka bir örneğidir. Hakim savcılara yönelik yürütülen soruşturmalar ilk olarak en son görev yerlerince yapılmış, akabinde tüm dosyalar Ankara da toplanmış, bir süre sonra KHK'ya konulan madde ile Bölge Adliye Mahkemelerine göre yeniden dağıtılmıştır. Bu dosyalar kapsamında tutukluluğun devamı kararlarının neredeyse tamamı ya geç tebliğ edilmiş ya da hiç tebliğ edilmemiştir.
Yerleşik AİHM içtihatlarından anlaşıldığı üzere sadece mahkemeye dava açmanın engellenmesi değil aynı zamanda verilmiş bir mahkeme kararının uygulanmaması ya da geç uygulanması da mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Bu yaşanılan olaylar nedeniyle Cumhuriyet Savcılıkları tarafından asker kişiler hakkında OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) da bulunan hak ve alacaklara tedbir konulması talep edilmiş, Sulh CezaHakimlikleri tarafından savcılığın taleplerinin neredeyse hiçbirisi reddedilmediği için tek kararla 200 den fazla kişi hakkında sadece bir cümleden ibaret gerekçe ile tedbir kararları verilmiştir. Kimi bazı asker kişiler bakımından OYAK da bulunan hak ve alacakların ödenmesi yönünde herhangi bir tedbir ya da sakınca olmadığına dair Sulh Ceza Hakimliklerinden kararlar götürülmesine rağmen OYAK yetkilileri tarafından “belki idari bir işlem olabilir” gerekçesi ile bu hak edişlerin noter kanalıyla gönderilen ihtarnameden sonra ödendiği, keyfiyetin mahkeme kararlarına rağmen devam ettiği ve bu kararların gereğinin yerine getirilmesi için ihtarnameler çekilerek ekstra masraflara sebebiyet verildiği görülmektedir.
Son olarak belirtmek gerekir ki; 12.12.2016 tarihli Venedik Komisyonu Görüşlerinde askıya alınamayacak (non derogable) haklar arasında sayılan mahkemeye erişim hakkının ortadan kaldırılmasının OHAL’e neden olan şiddet olaylarının bastırılmasıyla da ilgisi olmadığı da yeralmıştır.[6]
2. BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ YARGI VAR-MIŞ!
Türkiye, terör ve siyasi suçları yargılamakla münhasıran yetkili “Devlet Güvenlik Mahkemeleri”, CMK’nın mülga 250. maddesiyle öngörülmüş “özel yetkili ağır ceza mahkemeleri” ve daha sonra3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun mülga 10. maddesi ile “özel olarak görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri”, adil yargılanma hakkının gereklerine uygun yargılama yapmadıkları gerekçesiyle (02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun – 21/02/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanunla) yürürlükten kaldırılmışken tüm bireylerin yer yönünden yetkili herhangi bir ağır ceza mahkemesinde yargılanma hakkının sağlanması amaçlanmıştır.
Oysa uygulamaya baktığımızda; 31 Mart 2017 tarihinde aralarında Atilla Taş’ında bulunduğu 21 gazetecinin tahliyesine karar veren İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesinin başkan ve üyeleri, sadece verdikleri karar nedeniyle 3 Nisan 2017 tarihinde haklarında soruşturma başlatılarak açığa alınmıştır.[7] Sekiz aydır tutuklu olan 26 gazeteciden 21’inin tahliyesine karar veren İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesinin başkan ve üyeleri ile 8 sanığın tahliyesi yönünde görüş bildiren duruşma savcısının çok kısa bir süre içerisinde açığa alınmaları görevleri başında bulunan diğer yargıçlara son derece ağır bir mesajdır. Zira tahliye edilen 21 gazeteciden 13’ü 31 Mart 2017 tarihi gece saatlerinde yeniden gözaltına alınmıştır. Bu gazeteciler hakkında verilen 7 günlük gözaltı süresi dolunca gözaltı süresi 7 gün daha uzatılmıştır. 8 gazetecinin tahliye kararına ise savcılık hemen itiraz etmiş ve itiraz konusundaki karar verilinceye kadar, 8 gazeteci serbest bırakılmadan tutulmuşlar, böylece 21 gazeteci hakkında verilen tahliye kararı uygulanmadan tüm gazeteciler tekrar nezarethane veya cezaevine konulmuştur.
Ayrıca Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından bir sanığın Bylock isimli haberleşme uygulamasını kullandığına ilişkin MİT raporuna dayanarak sanık hakkında 6 yıl 3 ay hapis cezasına hükmedilmesine dair kararı, MİT raporunun tek başına delil olamayacağı gerekçesiyle bozan Antalya Bölge Adliye Mahkemesi başkanı Ş.D. bulunduğu mahkemede 10 ay dahi görev yapmadan, Konya ilinde ilk derece mahkemesine düz bir hakim olarak atanmıştır.[8] Benzer bir uygulama Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi’nde de yaşanmıştır. 20/04/2017 tarihinde, “Mesaj içerikleri belli olmayan Bylock kaydına dayanılarak terör örgütü üyeliğinden hüküm kurulamayacağı” kararı vererek Adana 11. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği mahkumiyet kararını oy çokluğu ile bozan (2017/286E – 2017/573K) Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin Başkanı Z.Y., Kayseri Adliyesi ilk derece mahkemesine, kararının bozulması yönünde oy kullanan üye M.T. İstanbul Anadolu Adliyesi ilk derece mahkemesine atanmıştır. Söz konusu kararın bozulmasına muhalif üye B.K. ise 3. Ceza Dairesi’nin Başkanlığına atanmıştır.[9]
Anayasanın 139. maddesinde hakimlik teminatı yer verilmiş olmasına rağmen hakim ve savcıların savunmaları alınmadan, tek taraflı bir kararla meslekten ihraç edilmişlerdir. İçlerinde 2 AYM üyesi, 140 yüksek Mahkeme üyesi bulunan yaklaşık 4500 yargı mensubu adil yargılama ilkesine aykırı bir şekilde mesleklerinden ihraç edilmiş, bazıları, duruşma esnasında meslektaşlarının gözü önünde gözaltına alınıp polisler tarafından götürülmüşlerdir. Bir meslektaşının gözleri önünde gözaltına alınıp götürüldüğünü gören bir hakimin, bağlı olduğu kurumdan veya yürütmeden korkmadan, bağımsız şekilde karar alması mümkün müdür?
Benzer olay daha önce Balyoz Davasında dayaşanmıştı. Balyoz davasının 16 Aralık 2010 tarihinde Silivri Cezaevi'ndeki duruşma salonunda yapılacakil duruşmasından sadece 2 gün önce davaya bakacak olan mahkemenin başkanı Hakim Z.B.Kocaeli'nin Gebze ilçesine atanmış, yerine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinden hakim Ö.D. başkan olarak getirilmişti. Hakim Başkurt'un “Balyoz” soruşturmasında 20 şüphelinin “tutuklu kalmasına gerek olmadığı” yönünde görüş bildirdiği ve Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın da tahliyesi yönünde oy kullandığı o tarihlerde bilinmekteydi.[10]
Bu dönemde ise İstanbul Adliyesi Ağır Ceza Mahkemesi başkanlarından olan H.P.[11] ve Asliye Ticaret Mahkemesi hakimi olan O.A.’nın 16.07.2016 tarihinde sulh cezahakimi yetkisi[12] verilerek hakim savcı tutuklamaları yapmaları, hakim savcı tutuklamaları bitirildikten sonra ağır ceza mahkemelerine atanmaları, yine Sulh Ceza Hakimiolan U.E ve N.K.’ninde daha sonra ağır ceza mahkemesi başkanı olduğu ve bazı dosyalar bakımından tutukladıkları hakim ve savcıları bu kez ağır ceza mahkemelerinde yargıladıkları görülmektedir.
İstanbul Anadolu Adliyesinde 10 tane sulh ceza hakimi olmasına rağmen 16.07.2016-22.07.2016 tarihleri arasında hakimsavcı soruşturmalarıyla ilgili neredeyse tüm tutuklama, yakalama, kısıtlama adli kontrol tedbirlerini sadece H.A. ve B.K. isimli 2 hakimin vermesi, sonra H.A.’nınağır ceza mahkemesi başkanı olup rüşvet aldığı iddiasıyla suç üstü halinde tutuklanması başka örnekler olarak gösterilebilir. H.A.’nın savunmasında “haksız yere tutukladığım ve vicdanen rahatsız olduğum iş adamı F.İ’ye durumu anlatmaya gittim, kendileri bana 1milyon lira teklif ettiler, bende duymamış olayım gidip fakirlere yardım edindedim. Ayrıca seni suçsuz yere tutukladım diyerek 3 kez helallik aldım. Çıkarken parayı da masanın üzerine bırakıp gittim. Benim parada pulda gözüm yok Aynur Çepni camii altında ve Taşlıbayır’da bulunan vakıfta bulunan Sofilere arasıra kurban kestirip yemekler veririm.”[13] sözlerine yer vermesi ise kimi bazı hakim ve savcıların geldikleri son noktaları gözler önüne sermektedir.
Meslekte kıdemsiz 1 yılını dahi doldurmamış tecrübesiz ve çok rahat tesir altına alınabilecek (çocuk hakimler sorunu) kişilerin, terör yargılaması yapan ağır ceza mahkemelerine üye olarak atanmaları hukukun neresine konulabilir? Örneğin Hakim A.S., İstanbul hakim adayı olarak 2016’da göreve başlamış,19 Ağustos 2016’da ad çekme sonucuna göre Kızıltepe’ye (Mardin) ataması yapmış,üç ay sonra 9 Kasım 2016’da 2052 sayılı adli yargı kararnamesiile İstanbul hakimi olmuştur. 16. Ağır Ceza Mahkemesi üyeliği yetkisi verilmişken 24 Mayıs 2017 tarihli ve 778 sayılı kararla 16. Ağır Ceza Mahkemesi Üyeliğinden 14. Ağır Ceza Mahkemesi Üyeliği’ne getirilmiştir. Henüz 10 aylık hakimlik tecrübesi varken 14.06.2017 tarihinde de Enis Berberoğlu'na 25 yıl hapis cezasını verip tutuklayan heyetin bir üyesidir.[14] Bu durum bu kişinin sanki Mardin'den nokta atışı bu dosya için İstanbul'a getirildiği hususunu düşündürmektedir.
İktidar partisinin il ve ilçe teşkilatlarında görev almış, Belediye Başkanlığı yapmış, milletvekili adayı olmuş kişilerin hakim savcı yapılmaları (Barış Yarkadaş VİP hakim savcılistesi) kuşkusuz ki bu durum bir yargı devrimidir; devrilende yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Bu şekilde atanan yüzlerce hakimin iktidar partisinin enbasit bir üyesinin dahi taraf olduğu yada muhalefet partilerine mensupkişilerin yargılanma ve soruşturmalarında tarafsız ve bağımsız davranacaklarını düşünmek aklımızla dalga geçmektir.
Eski HSYK üyesi N.Ö.’nün kardeşi itirafçı N.Ö.vermiş olduğu ifadesinde 2010 yılında seçilen HSYK üyelerinde kıdem ve liyakat dikkate alınmadığını, kendisini Mehmet Kaya, Aydın Boşgelmez ve diğer cemaat mensubu üyelerin seçtiğini ifade etmiştir.[15] İfadenin doğru olup olmadığını bir kenara koyarak söylemek gerekir ki; daha önceki yıllarda da Türkiye’deki yargı erkinde bir takım ciddi eksiklikler ve yanlış uygulamalar mevcuttu. Ancak hiçbir dönem de bu kadar aleni bir şekilde Anayasal güvenceler ve kanun maddeleri hoyratça çiğnenmemişti.
Bu doğrultuda Ali Sirmen’in “ 12 Eylül Askeri Mahkemeleri bile bu kadar bağımlı ve taraflı değillerdi. Zira Askeri Yargıtay bazı mahkumiyet kararlarını Kenan Evren’in isteğine karşı bozma cesareti gösterebilmişti. Günümüzde iktidarın takipçisi olduğu davalara bakan yargıç ve savcılar korku içerisindeler, hoşa gitmeyen bir karar verdiklerinde açığa alınmak meslekten uzaklaştırılmak ve Fetö’ye yardım suçlamasıyla hapse atılmak tehdidi altında yaşıyor ve karar veriyorlar. Bu durumda birisi çıkıp da Türkiye de yargıçlar yoktur, varolanlarda iktidarın belirlediği mekanizma tarafından açığa alınmakta, işten atılmakta ve içeri tıkılmaktadır… ” ifadelerine katılmamak içten değildir.[16]
Fetö davasından sanık durumunda olup Yargıtay 16 CD’ de yargılanan Murat İnan’ın Fetö gerekçesiyle Cumhuriyet Gazetesi hakkında soruşturma yürütmesi ne kadar da traji komik bir durumdur.[17]
Ertuğrul Özkök “ Fetöcüler en az 140 üye isteriz diyor, Adalet Bakanlığının temsilcileri o kadar vermeyiz diyor, adaylar tek tek ekrana vurduruluyor, bir kısmına evet deniliyor, bir kısmının üstü çiziliyor. Sonunda Fetö’ ye verilecek 108 üye üzerinde anlaşıyorlar. Şimdi hepimizin eli yakalarında, neymiş bu fetöcüler diye bağırıyoruz, iyi de masanın karşısında oturup imamlarla at pazarlığını yapan ötekiler ne oluyor?” diye sormaktadır.[18] Aslında yargının bu gibi olumsuz durumlarla karşılaşmasının en büyük müsebbibi siyasi iktidar olup, onun çizdiği yol nedeniyle yargı bu kötü günlere gelmiştir. Bu noktada siyasi iktidarın sorumluluğu göz ardı edilmemesi gereken bir husustur.
Türk yargısının bu durumu uluslararası kuruluşlar tarafından da bir çok kez eleştiri konusu olmuştur. Bunun en çarpıcı örneği ise; Avrupa Yargı Kurulları Ağı (ENCJ) HSK’nın gözlemci statüsüne sahip olmak için gerekli şartları karşılayamaz hale geldiğini, 2014 yılından sonra meydana gelen gelişmeler ve 15.07.2016 Darbe girişimi sonrasında görevden alınan binlerce hakim ve savcının durumu hakkında ve alınan kararlarda asgari uluslararası standartlara uyulduğu konusunda tatmin edici bir açıklama yapmadığını ve böylelikle yargının “ bağımsız yargı “ koşulunu yitirmiş olduğunu belirterek HSK’nın gözlemci statüsünü oy birliği ile iptal etmiştir.[19]
Yargı ile alakalı bir başka sorun ise Cumhurbaşkanlığı makamının yargı üzerindeki etkisinin son anayasal düzenlemelerle pekiştirilmiş olmasıdır. Öncelikle vurgulamak gerekir ki, Cumhurbaşkanı’nın parti başkanlığı ile tarafsızlık statüsü birbiriyle bağdaşmaz. Partizan kılınan Cumhurbaşkanı’na, HSK’nın oluşumunda tanınan belirleyici rol ve Anayasa Mahkemesine yargı kontenjanından gelen iki üyenin azaltılması, yargının sadece tarafsızlığını değil, aynı zamanda bağımsızlığını da ortadan kaldırma tehlikesini beraberinde getirmiştir. Yaklaşık 2,5 yıl sonra yürürlüğe girecekve devletin yönetim şeklini toptan değiştirecek bir metin için; TBMM’nin sadece 2-3 hafta mesai harcaması ve OHAL koşullarının elverişsizliğine rağmen olağan dışı bir anayasa stresinin yaratılmış olması normal midir?[20]
Sonuç olarak, günümüzde yargının geldiği noktayı anlatan en güzel söz Milletvekili Mithat Sancar tarafından söylenmiştir. Meclis Genel Kurulunda yaptığı 25.05.2017 tarihli konuşmada “Son iki yılda artık yargı sorun olmaktan çıktı. Neden? Çünkü yargı kalmadı. Yargı, yargı olmaktan çıktığı için ortada bir yargı sorunu yok. Siyasal iktidarın her türlü aracı kendi istediği şekilde kullandığı keyfi birdüzen var.”[21]
3. SAVUNMA HAKKI VAR-MIŞ!
Bir çoğu kamu görevlisi olarak çalışan kişilerin, 16 Temmuz 2016 tarihinde ve hemen sonrasında haklarında işlem yapıldığını öğrenmeleri nedeniyle veya o akşam görevleri başında kişiler olmaları nedeniyle kendi istekleriyle Emniyet görevlilerine teslim oldukları, gözaltına alma işlemi esnasında herhangi bir zorluk çıkarmadıkları, hiçbir mukavemet göstermedikleri aşikar iken henüz soruşturma işlemleri başlamadan önce ve birkez olsun ifadesi alınıp savunma yapma imkanı tanınmadan önce şahısların fotoğrafları çekilmiş, büyük bir kitle önünde de hedef gösterilmiş, kimileriise büyük işkencelere maruz kalmıştır.
Ayrıca bu kişiler gözaltının ilk anından itibaren kendi belirleyeceği bir avukat yardımından yararlanma hakkına sahipken ve bu hakka ilişkin kısıtlamaların OHAL’e neden olan durumun kesinlikle gerektirdiği türden tedbirlerle ilgisi yokken, avukat yardımından yararlandırılmamıştır. Şüphelilerin gözaltına alındığı yer yaklaşık 5 metrekare olmasına rağmen çok sayıda kişi aynı yere konulmuş, içeride oturmak için ve hatta yatabilmek için herhangi bir eşya veya yatak bulundurulmamış, havasız ve çok pis kokan nezarethanelerde oturulabilecek veya yatabilecek yer olmaksızın beton yere çarşaf veya battaniye sererek uyumaya zorlanmış, düzenli bir şekilde yemek verilmemiş, ayakları çıplak, dışarıdan kıyafet verilmeksizin, akşamları ışıklar açık tutularak, gerek psikolojik olarak gerekse bedenen güçsüz ve savunmasız hale getirilmiştir. Akabinde emniyetçe veya savcılık makamınca çoğu kez ifadeler alınmadan doğrudan sorgu hakiminin önüne çıkarılmıştır.
Bu şart ve koşulların ardından, toplu haldehakim karşısına çıkan şüphelilere göstermelik ifade alınma işleminden başka etkili ve maddi olaya yönelik gerçek bir savunma hakkının verildiğinden bahsedilebilir mi?
Bu hukuksuzluk dolu günlerde yalnızca şüpheliler değil aynı zamanda avukatları da savunma hakkını kullanmaktan mahrum bırakılmışlardır. Zaman zaman savunma avukatlarının mahkeme başkanları tarafından üstü kapalı bir şekilde “Örgüt propagandası mı yapıyorsunuz?” şeklinde tehdit edildiği, örgüt propagandası yapma suçunun kasten işlenebildiğini, savunma kastı ile suç kastının birleşme ihtimali bulunmadığını hatta ve hatta örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek veya teşvik edecek şekilde propagandasını yapması gerektiğini dahi bilmeyen hakimlerin ağır ceza başkanı olarak atandığının realite olduğu bir dönemde, bu ilkenin değil kullanılabildiğinden, varlığından bile şüphe duyulmaktadır.
4. CEZAEVİ UYGULAMALARINDA SAVUNMA İÇİN YETERLİ İMKAN VE ZAMAN SAĞLAMA İLE AVUKAT-MÜVEKKİL MAHREMİYETİ VAR-MIŞ!
Ohal döneminde çıkartılan KHK’larlaavukat-müvekkil görüşmeleri haftada bir gün bir saat olarak belirlenmekte, bu bir saate de yaklaşık 1 metre mesafe de dinleyici konumunda 2 infaz koruma memuru refakat etmekte, bu görüşme sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alınmakta, tarafların birbirlerine belge vermesi kesinlikle yasaklanmakta, bu görüşe kanun dahi götürülememekte, görüşme sırasında tutulan notlara el konulmaktadır. Verilen evraklar infaz hakimliğine ve soruşturma savcılığına gönderilmekte, haftalar sonra ilgililerine ulaştırılmaktadır. Bu koşullaraltında isnat edilen suçlamaların ağırlığı düşünüldüğünde; savunma hazırlamanın asgari hiçbir koşulu sağlanmamaktadır. Ayrıca cezaevinde kitap sınırlaması olduğundan hukuk kitaplarının temin edilmesi de mümkün olmamaktadır. Zira dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ yangın korkusu sebebiyle kitap yasağı getirildiğini beyan etmiştir.[22]
5. MASUMİYET KARİNESİ VAR-MIŞ!
İsnat edilen suçlamayla alakası olmayan, tamamıyla kişinin özel ve aile hayatıyla ifade özgürlüğüne dair hususlarla ilgili sorular sorularak adeta kişilik yargılaması yapılmakta, bu sorulara verilen cevaplar bağlamından koparılarak söz konusu suçlamaya ilişkin aleyhebir delil olarak kullanılmaktadır. Örneğin, uluslara arası ceza mahkemesiyarıcı olan Aydın Sefa Akay’a “kardeşlerinizineşleri ne iş yapıyor, çocuklarınız hangi hastanede doğdu, eşinizle nerede venasıl tanıştınız, digitürk üyeliğiniz var mı, eşinizle tatillerinizi nerede geçirdiniz, dış işleri personelinden biriyle tatile gittiniz mi, rehberinizden isim sildiniz mi, telefonunuzu ve hattınızı kaç yıldır kullanıyorsunuz” gibi sorular sorulmuştur.[23] Bu sorular bu kişiye özgü olmayıp, benzer iddialarla soruşturulan neredeyse herkese sorulmuş şablon, tek merkezden gönderilme sorulardır.
O dönem Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ yaptığı bir basın açıklamasında “Şuana kadar 3820 hakim savcı hakkında işlem yapılmış, örgüt üyesi oldukları nedeniyle meslekten uzaklaştırılanların verdikleri kararlarla ilgili kamu oyunda talepvar.”[24] şeklindeki beyanlarını haklarında henüz mahkumiyet kararı olmayan kişiler bakımından kendini yargı yerine koyup hüküm verirken ; Başbakan Binali Yıldırım,“Alçak fetö örgütü ile ilgili temizlikte yargıdaki başarımız diğer kurumlara göre çok iyidir. 3581 hain aranızda yok”[25] ifadeleriyle yürütme organını temsilen masumiyet ilkesini elbirliği ile yoksaymışlardır.
Bunun dışında Yargıtay ve Danıştay başkanları da adli açılış veya mahkemelerin kuruluş yıl dönümü toplantıların dayaptıkları konuşmalarda sıklıkla ihsas-ı rey içeren açıklamalarda bulunmuşlardır.
2009 yılında yapılan KCK Belediyelerine yönelik operasyonlara o dönem Belediye başkanları Diyarbakır Başsavcılığına ellerinde plastik kelepçe ile kolluk kuvvetleri tarafından basına teşhiredilerek getirilmiştir. Ergenekon ve Balyoz sürecinde bu hususa özellikle dikkat edilmesine rağmen bu dönemde bir kısım darbe soruşturmalarında ve yargılamalarında şüpheliler/sanıklar Adliyelerin tutuklular için özel olarak yaptırılan girişlerden ilgili makamlara götürülmek yerine Adliyeye uzak bir mesafeden elleri kelepçeli olarak halka teşhir edilip basın mensuplarına da görüntü kaydı yaptırılarak götürülmektedir. Bu durum masumiyet karinesi ile bağdaşmaz. Zira herkes AİHS’ de yazılı haklara sahiptir.
Devlet yetkilileri ve üst yargı başkanları tarafından gerek yazılı gerekse görsel basın kullanılarak henüz mahkûmiyet kararı verilmeden, soruşturma aşamasında dosyaların gizli olması nedeniyle kişiler haklarındaki iddiaları dahi öğrenmeden, savunmalarını yapmadan kesin bir dillesuçlu olduklarına yönelik sistematik bir şekilde açıklamalar yapıldığı görülmektedir. Haklarındaki şüphenin iddianame yazmaya yeter düzeyde kuvvetli olup olmadığı dahi bilinmeden kişilerin fotoğrafları ve videoları paylaşılarak sosyal hayatta itibarları yerle bir edilmiş, adeta medeni ölüler haline getirilmişlerdir. Hal böyleyken bu gidişata dur demesi gereken yargı başkanlarına bakıldığında ise cübbesinde yürütme erkine/devlet başkanına karşı iliklemek için ilik arayan Danıştay Başkanı[26], 2016 yılı adli açılışında ayağa kalkıp alkış tutan yüksek yargı mensupları ya da çay bahçesinde Cumhurbaşkanıyla çay kesen Danıştay ve Yargıtay Başkanları[27] akıllara gelmektedir.
6. GEREKÇE HAKKI VAR-MIŞ!
Yüzlerce şüpheli hakkında hiçbir bireysel değerlendirme yapılmadan, sadece isimleri ekli listeye koymak ve kanununda yeralan maddeleri olduğu gibi yazarak tutuklama ve tutukluğun devamı kararı verilmekte, yazılan onlarca sayfa dilekçelere bir yanıt verme gereği dahi duyulmamaktadır.Hatta bazı soruşturmalarda, farklı kişilerle ilgili tutukluluğun devamı kararı verilip alakasız kişilere tebliğler yapılmakta ya da daha önce tahliye edilmiş kişilerle ilgili tutukluluğun devamı kararı verilerek, dosya dahi incelenmeden bu kişinin niçin tutuklu kalmasının gerektiği anlatılmaktadır. Sulh cezahakimleri dosyadan bu kadar habersizdirler. Daha da ötesi bir hakim ( B.Y.) sadeceisim benzerliği yüzünden yaklaşık bir yıl tutuklu kalmış, ihraç olmuş bu durum duruşmada anlaşılabilmiştir. Yani gerekçeler aslında dosya okunmadan kopyala-yapıştır metoduyla yazılmakta, dolayısıyla bu tarz onlarca karmaşayaşanmaktadır. Artık, “ gerekçe gerekli değildir anlayışı “ Türk YargıSisteminde oturmuş bir teamül haline gelmiştir. Tutuklanan ya da ceza alan, niye bu yaptırımlara maruz kaldığını bilememekte; sanıklar/şüpheliler tahminler üzerinden tahliye ya da istinaf taleplerinde bulunarak adeta kahinlik yapmaktadırlar.
7. SUÇ VE CEZALARIN ŞAHSİLİĞİ İLKESİ VAR-MIŞ!
Bir kişi suç işlemiş olabilir ancak bu fiilin muhatabı yalnız ve yalnız failin kendisi iken; aileler de suçlu muamelesi görmekte, sosyal çevrelerinden dışlanmakta, isimleri sakıncalılar listelerine eklenmekte, akrabaları dahi bu kişilerden vebalılarmış gibi kaçmakta, bu kişilerin her türlü sosyal faaliyetleri devlet tarafından izlemeye alınmakta, kaydedilmekte, görüşme yaptıkları kişiler fişlenmekte ve sonunda Ahmet Kaya ve Ahmet Şık’ ın deyişi ile onlar da yanmaktadır.
Bu bağlamda Fetö soruşturmaları kapsamında gözaltına alınan, tutuklanan ya da ihraç edilen kişilerin eşleri de görevlerinden çıkartılmakta; adeta devlet içerisinde bir network sistemi oluşturularak, bu kişilerin eşlerinin de görevden çıkarılması için kurumlar arasında listeler dolaştırılmaktadır. Böylelikle de sadece ihraç olan ya da tutuklanan kişi değil, tüm birinci derece yakınları isnat edilen suçlamalardan olumsuz olarak etkilenmekte, bu kişilerin ailelerine yaşamanın hiçbir objektif koşulu bırakılmamaktadır.
Henüz yargılanmadan, hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı olmadan ve hatta hakkında henüz iddianame bile düzenlenmeden ayrımcılık fiili aile fertlerinin yaşına dahi bakılmaksızın genişletilmektedir. Örneğin, bir şüphelinin henüz çocuk yaştaki oğlu Bahçeşehir Okyanus Koleji Ortaokulu’nda tenis takımına %100 burslu olarak alınmış iken ve 2016-2017 öğretim yılı için 11. sınıfa kayıt olacakken, babası hakkında başlatılan soruşturma nedeniyle okula ve tenis takımına kaydının yapılmayacağı bilgisi verilmiştir. Yapılan işlem Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği başta olmak üzere birçok ulusal ve uluslararası mevzuatta özellikle Çocuk Hakları Sözleşmesinin 28. Maddesine, 1982 Anayasasının 38/7 maddesinde güvence altına alınan suç ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı bir durumdur.
8. BASIN HÜR-MÜŞ, SANSÜR EDİLEMEZ-MİŞ!
Yıllarca Fetö’nün kumpasının mağduru olduğu gerekçesiyle tüm uluslar arası kuruluşlara referans gösterilip Fetö’nün kumpasçı bir oluşum olduğu izah edilmeye çalışılırken; Ahmet Şık’ın Fetöcü olduğu iddiasıyla yapmış olduğu gazetecilik faaliyetlerinden dolayı yaklaşık 1yıldır tutuklu kalması akılla, hukukla, mantıkla izah edilebilecek bir şey değildir. Haberleri yapılan bir konuda (Mit tırları ile ilgili ilk haber yapanAydınlık Gazetesi) daha önce hiçbir işlem yapılmazken, Cumhuriyet Gazetesi hakkında yayınlanmış bu belgeleri yayınlamaktan soruşturma ve kovuşturma yapılmış, Enis Berberoğlu 25 yıl hapis cezasına çarptırılmış, Can Dündar ve Erdem Gül’de tutuklu kalmışlardır. Cumhuriyet Gazetesi’nin yazar veyöneticileri de sadece gazetecilik faaliyetleri ve özel hukuku kişisi olanvakıf faaliyetleri sebebiyle tutuklu yargılanmakta, bir gazete adeta esir edilmeye çalışılmaktadır. Keza Sözcü Gazetesi’ de benzer habercilik faaliyetleri sebebiyle yargılama konusu olmuş, muhabirleri uzun süre bir tatilhaberi (Cumhurbaşkanının tatil yaptığı otel) sebebiyle ciddi isnatlarla tutuklu kalmışlardır. OHAL sürecinde; yüzlerce gazete, dergi, tv – radyo kanalı, haberajansları, haber sitesi kapatılmış, muhalif ses çıkaran gazeteciler işlerinden çıkarılmış, muhalif yayın yapan medya organları devletten ya da özel sektörden reklam alamayarak finansal zorluklara sokulmuştur.
Anayasa Mahkemesi’nin basın özgürlüğünün anahatlarını çizdiği Can Dündar/Erdem Gül kararına[28] rağmen günümüzde hala 148 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Özellikle kolluk kuvvetleri ve savcılar tarafından, bağlamından koparılan köşe yazıları ile haberler soruşturma ve kovuşturma konusu yapılarak, gazetecilik faaliyeti ateşten bir gömlek haline getirilmekte; yazarlar ya da genel yayın yönetmenleri tarafından oto-sansür/sansür uygulanmakta, kudretli yetkilileri ürkütecek en ufak bir haber ya da yorum dahi yapılmamaya özen gösterilmektedir. Ayrıca kamuyu ilgilendiren ses getirici haberler ile ilgili anında sulh ceza hakimleritarafından yayın yasağı getirtilerek halkın haber alma hakkı engellenmektedir. Anayasanın basın özgürlüğü ile ilgili maddelerine bakıldığında; yapılanların tamamen hukuk dışı olduğunu görmek mümkündür. Bu durum bize aslında, OHAL ile birlikte artık Yüksek Mahkemelerin de katkılarıyla bir Anayasasızlık sürecinin işletildiğini göstermektedir.
Bilindiği üzere ceza muhakemesi hukukunun temel felsefesi maddi vakanın cereyan ettiği andaki haliyle tüm gerçekliğiyleortaya çıkarılıp, bu maddi vakanın adil bir şekilde yargılanmasıdır. Modern Ceza Muhakemesi Kanunları kişilerin henüz dışarıya yansımamış bilinçaltı düşünceleri, hayalleri ya da fantezileri ile uğraşmaz. Yorumlayıcının, yaşam tarzına, dini inancına, hayat felsefesine göre takdire yer bırakır şekilde suç teşkil edip etmeyeceği muğlak olan fikirlerle de ilgilenmez. Zira bir fikir bir grup tarafından takdir görüp alkışlanırken başka bir grup tarafından çok yoğun eleştiri ve suçlamalara muhatap kılınabilmektedir. Bundan dolayı bir fikri nancak şiddet hareketlerini meşru göstermesi, hakaret içermesi, suçu veya suçluyu övmesi, halkı kin ve düşmanlığa sevk etmesi halinde ceza kanunları devreye girmektedir.
Darbe girişiminden önce bir televizyon kanalında Ahmet Altan “ Türkiye degerçekleşmiş askeri darbelerin önünü açan gelişmeler her ne ise Erdoğan bugün aynı kararları vererek o yolları teker teker açıyor. “ demişti. Mehmet Altan ise “Türkiye Devleti’nin içinde de muhtemelen bütün bu gelişmeleri dış dünyadan daha fazla belgeleyen, izleyen bir başka yapı var. Onun ne zaman torbadan yüzünü çıkartacağı ve nasıl çıkacağı da belli değil.” şeklindeki sözleri[29],darbe çağrıştıran sübliminal mesaj[30] olarak algılanıp, bu kapsamda bu gazeteciler tutuklanmış ve halen tutuklubulunmaktadırlar. Bu durum bize göstermektedir ki; kudretli yetkililer tarafından beğenilmeyen her fikrin, kendisi suç teşkil etmese bile, bunu söyleyen kişinin bilinçaltında sakıncalı fikirler barındırdığı ve bunun da tehlike arzettiği değerlendirilerek ciddi adli soruşturmalara başlanılması mümkündür.
9.SEÇİLMİŞLER İLE SIRADAN VATANDAŞLAR EŞİT-MİŞ!
Anayasamıza göre bir zamanlar herkes eşitti. Bir fiil suç ise bunu işleyen gerek sıradan vatandaş olsun, gerekse kudretli yönetenlerimiz ve yakınları olsun, herkes usulü dairesinde soruşturulur veyargılanırdı. Mesut Yılmaz zamanında başbakan iken hakkında çıkan iddialar nedeniyle ilgili bakanla beraber Anayasa Mahkemesince yargılanabilmişti. Günümüzde cemaat temelli bir yapılanmaya dayanmayan, cemiyet (dernek) eksenli etkinliklerde bulunan, laik kesimlere yönelik suç oluşturmayan fikir ve ifade özgürlüğüne ait alanlar dahi yaptırıma tabitutuluyor[31]; Türkiye’nin en büyük şehirlerinin belediye başkanlarının istifası istenebiliyor ancak suç kapsamına giren bir faaliyetleri olup olmadığı hususunda herhangi bir açıklama yapılmıyor. Şayet bu seçilmiş insanlar suç işlemiş ise neden yargıya teslim edilmiyorlar, yok suç işlememiş iseler neden istifaları isteniyor? Gündemi aylardır yoğun bir şekilde dolduranbir dijital program kullandığı iddiası ile bırakın kamu görevlilerini, ev hanımları,pazarcılar gibi toplumun farklı kesiminden vatandaşlar sorgulanırken, bu program kullanan milletvekillerinin olduğu yönündeki iddialara karşı neden tatmin edici bir açıklama yapılmıyor? Cumhurbaşkanına hakaret suçundan binlerce dava açılırken, şuç işlediği iddia edilen MİT mensupları bakımından kendilerini aklamaları imkanı sunmak için dahi yargısal işlem yapılmaması toplumda derinbir eşitsizlik[32] doğurmuş değil midir?
B. İNSAN HAKLARINA SAYGILI BİR HUKUK DEVLETİNDE OLMAMASI GEREKEN, YOKMUŞ GİBİ DAVRANILAN İLKE VE UYGULAMALAR
1. KANAAT YARGILAMASI YOK-MUŞ!
İltisak kavramı günümüzde öyle bir hale getirilmiştir ki, etkili ve yetkili yerlerde bulanan kişilerin hislerinin dahi bir yapıya, kişinin, iltisaklı olduğunun kabulü için yeterli görülmektedir.Bunun en üst perdeden örneği; Yüce Türk Yargısının en tepesi sayılabilecek, tüm yargı sistemini dizayn edip ayar verebilecek kudrete sahip Anayasa Mahkemesi’nin 2 üyesi hakkındaki ihraç kararıdır.[33] Bu ihraç kararında Devlet protokolünün 28. Sırasında yer alan en üst düzey bürokratlardan 2 Anayasa Mahkemesi üyesi, diğer üyelerin sadece kanaatleri ile hiçbir delil gösterme gereği hissedilmeksizin mesleklerinden atılmışlardır.
2. AŞIRI UZUN TUTUKLU YARGILAMALAR YOK-MUŞ!
Yargı mensupları, OHAL döneminde, özellikle 667 sayılı KHK ile getirilen koruma zırhına büründükten sonra, büyük bir çoğunluğu tutuklu olarak yürüyen soruşturmalarda keyfi olarak çok uzun süreiddianame yazmadıkları için insanlar ne ile suçlandıklarını dahi bilmeden belirsizlik içerisinde cezaevlerinde tutulmaktadır. İddianamesi düzenlenen kişilerinise tensip duruşmaları normal teamüllere aykırı olarak en az 3 4 ay sonrasına verilmekte, tutukluluk hali devam ettirilmekte, ilk celseden sonrada tahliye kararı verilmezse yine duruşma 3 4 ay sonraya bırakılıp adeta tutuklu yargılamanasıl uzatılır yarışı yapılmaktadır.
Olması gereken kısa sürede ve tutuksuz yargılama iken; mevcut olan çok uzun süren tutuklu yargılamalardır. Ohal’in uzatılma sebeplerinden birisi de yargının alıştığı bu keyfi tutumun sürdürülebilirliğinin sağlanmasıdır. Zira Ohal sürecinde tutuklu yargılama bir koruma tedbiri olarak değil, peşinen bir cezalandırma aygıtı olarak kullanılmaktadır. Bu yargılamalarda tutukluluğun devamı kararlarının tamamı incelense hepsinde klasik şablon gerekçelerin olduğu görülecektir.
Şuan gündemde olan Rıza Sarraf dosyasında devletin yetkilileri Sarraf’ın uzun bir süre tutuklu bırakılıp, çaresizliğe itilerek sonradan önüne ya ölene kadar bu hapiste kalırısın ya da iftiracı olurbizim istediğimiz ifadeyi verirsin biçiminde seçenek sunmuş olabileceklerini söylemişlerdir.[34] Sarraf dosyasında ne olduğunu şu aşamada bilmemekle birlikte Türkiye yargısı açısından yetkililerin bu sözü bize “Merd-i Kıpti şecaat arz ederken, sirkatini söylermiş” özdeyişini mi yaşatıyor?
3. GİZLİ SORUŞTURMALAR, ALENİYET İLKESİNİN İHLALİ VE ANAYASA TANIMAZLIK YOK-MUŞ!
Özellikle soruşturma aşamasında dosyalarla ilgili kısıtlama kararı verilmekte ve bu kısıtlama kararı o kadar genişletilmekteki CMK’ya göre verilmesi gerekli belgeler dahi şüpheli ve avukatlarından gizli tutulmaktadır. Hatta bazen bu gizlilik o kadar abartılmıştır ki soruşturma savcısı dahi huzuruna gelen kişinin niçin geldiğini bilememekte, salt kurumdan gelen soyut bir ihbar belgesini dayanak yapıp şüpheliyi tutuklamaya sevk etmektedir. Yine dosyada belirtilen bir kısım deliller, özellikle MİT’ten gelen evraklar, sanık ile paylaşılmamakta, sanığın ceza almasına neden olan bir kısım teknik raporlar ve bu raporların dayanağı olan dijital materyaller hiçbir surette duruşmaya getirtilip aleni bir şekilde delil tartışması yapılmamaktadır.
Duruşmaların herkese açık olmasına zorunluluğu Anayasa’nın 141. maddesinde güvence altına alınmışken, akabinde CMK’nın 182. Maddesinde ve HMK'nın 28.Maddesinde yinelenmişken, gerek medeni usul hukukunda gerekse ceza usulhukukunda aleniyet ilkesi yoruma dahi yer vermeyecek kadar açık ve net birşekilde düzenlenmişken Samsun Ağır Ceza Mahkemelerinde yapılan yargılamayı izlemek için girmek isteyenlerin isimlerinin alınması uygulaması hukukun neresinde vardır? Bu uygulamayı yapan kişilerin Anayasa’nın ve kanunların ilgili maddelerinden haberleri var mıdır?
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Murat Sabuncu’yu tutuklayan Sulh Ceza Hakimi kararın gerekçesinde “….şüphelinin soruşturma tutanaklarına yansıyan, sorguda da gözlemlenen savunma ve davranışlarıyla inkarcı tutumu, hakimliğimizde serbest kalması halinde kaçacağı yönünde kuvvetli şüphe oluşturmuştur…” ifadesine yer verirken; Anayasa 38/5 maddesine göre “Hiçkimse kendini suçlayan bir beyanda bulunmaya zorlanamaz”dır. Söz konusu vahamethakimin Anayasa’nın bu hükmünden bir haber olması mıdır?[35] Profesör İbrahim Kaboğlu gibi dalında uzman akademisyenler üniversitelerden uzaklaştırılarak, bu anayasa bilmemezlikten gelmezlik acaba kalıcı hale mi getirilmek isteniyor? Yüzlerce yıldır Türk Devlet geleneğinde yer edinen normlar hiyerarşisinin, Ohal KHK’ları ile alt üst edilmesinin[36] maksadını anlamak mümkün müdür?
4. DOSYAYA ERİŞİM HAKKININ KISITLANMASI YOK-MUŞ!
Doğan Grubu Ankara Temsilcisi Barbaros Muratoğlu hakkında bylock kullanıcısı olan kişilerle telefon görüşmesi yapmak delil olarak dosyaya konulmuş, bylockcu olduğu iddia olunan numaralardan birtanesi yargılama sırasında Vodafone Şirketinin telesekreter numarası[37]) olduğu ortaya çıkmıştır. CMK 160. Maddeye göre savcı yargılamada bulunduğu konum itibariyle failin lehe ve aleyhine hususları araştırmak zorundadır. Bu noktada silahların eşitliği ilkesine aykırı olarak dosya, şüpheli avukatlarına kapatıldığı gibi şüphelinin lehine olan hususlar dahi görevi olmasına rağmen savcı tarafından araştırılmayarak dosyalar bariz bir şekilde önyargılı yürütülmektedir.
Cumhuriyet iddianamesinde Aydın Engin’e Bylock kullanan Harun Tokak ile görüştüğü tespiti yapılmıştır. Bu görüşmenin tarihi 2008 olup o tarihte ne bylock var ne de Aydın Engin Cumhuriyette çalışıyordu.[38] Eğer dosyalar bu denli kısıtlanmasa idi soruşturmaları yürüten savcılar da bu kadar fahiş hatalar yapmazlardı.
5. İNSAN HAKLARI AKTİVİSTİ OLMANIN KARŞILIĞI YOK-MUŞ!
Büyükada’da güvenli internet eğitimi vestresten korunma yöntemlerine ilişkin eğitimler almak için toplanan bir kısım yerli ve yabancı STK temsilcisine karşı FETÖ üyesi olmak ve yardım etmek iddiasıyla yürütülen hukuki işlemler de; bu dönemin HERO tişörtü giyip yakapaça gözaltına alınan kişisinin durumu kadar traji komik bir hukuki vakıadır. Zira tüm bu kişiler, kendi beyanlarına göre solcu olup, bu kişilerden bazıları daha önce bir şiir sebebiyle tutuklanmış günümüz Cumhurbaşkanı, dönemin Büyükşehir Belediye Başkanının da hakkını savunmak üzere harekete geçmiş kişilerdir. İddianameye göre, tek dertleri hak mücadelesi olan bu insanların, ‘Adalet Yürüyüşü’nü kaosa dönüştürme ye çalıştıkları veyaşanacak karışıklığı da diğer illere ve ilçelere yaymak istedikleri tespitedilmiştir.[39] İşin ilginçbir yanı da; eski Almanya Başbakanın devreye girdiği iddiaları[40] arkasında tahliye kararı verilen ve yurt dışına çıkması garanti olan yabancı kişilere adli kontrol kararı uygulanmazken, yerli sanıkların yurt dışına çıkışlarının engellenmiş olmasıdır. Basit bir toplantının bile ülkeyi kaosa götürebilecek bir potansiyel taşıdığı tespitini yapmak öyle her babayiğit savcının haddi olmasa gerek! Bu durum da yargının ne boyutta siyasallaştığının göstergelerinden biridir. Artık uluslararası ilişkileri de diplomatik hamleler değil, hukuki hamleler belirlemektedir. ABD ile, F. Gülen – Rahip Andrew Brunson ; Almanya ile iltica etmiş bir kısım Fetöcüler – Deniz Yücel, Peter Steoudtner pazarlığı bu durumun açık delilidir.
6. İŞKENCE POLİSİN GÖREVİDİR ANLAYIŞI ARTIK YOK-MUŞ!!!
Trabzon’da FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanan A.B., 2 aylıkhamile eşi ile birlikte gözaltına alınmasından sonra darp edildiğini, kötü muamele ve tehdide maruz kaldığını iddia ederek Trabzon Başsavcılığı’na şikâyette bulunmuş, Cumhuriyet Savcısı E.A. 23 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı kanun hükmünde kararnamenin 9.maddesine dayanarak “bu kanun hükmünde kararname kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun bulunmadığının belirtildiği, bu nedenle iddia konusu eylem nedeniyle şikâyetçi olunanlar hakkında kovuşturma yasağı bulunduğu anlaşılmakla, kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına” dair karar vermiştir.[41] İşkence ve kötü muamele Anayasa ve AİHS tarafından Ohal dönemleri de dahil olmak üzere hiçbir şart ve koşulda ihlal edilemez ve askıya alınamaz haklardan iken ve KHK kapsamında hukuka aykırı konulan sorumsuzluk ilkesi sadece kişilerin görevlerinden kaynaklanan bir husus iken Cumhuriyet Savcısı işkence ve kötü muameleyi kendi yarattığı kabul edilemez hukukta polisin bir görevi haline getirmiştir.
7. DÜŞMAN CEZA HUKUKU YOK-MUŞ!
Bu kavram Alman Ceza Hukukçusu Günther Jakops tarafından ortaya atılmıştır. Bu kavrama göre devletin iç ve dış olmak üzere iki tür düşmanı vardır. Konumuz iç düşman olduğu için dış düşmana değinmeyeceğiz. İç düşman özetle toplumun aykırı sesidir. Devlet’e göre kendi varlık ve kimliğini tehdit eden, düşünsel-kültürel veya bedensel-maddi açıdan şüphe oluşturan herkes düşmandır. İspanya da Franco döneminde kim Frankist Devlete karşı açık bir muhalefet bildirir veya temel hakları talep ederse düşman olarak nitelendirilmiştir. Yine diktatörlük döneminde Arjantin Ordusu ulusal güvenlik doktrininde “Gençlerimizin ruhlarını üniversitelerde zehirleyenler düşmandır” demiştir.[42]
Böyle belirlenen iç düşmanın asla bir hakkı yoktur. Bu hukuk sisteminde vatandaşın tasarrufu altına bırakılmış özel hayatına devlet saygı göstermez. Devlet dışarıya rahatsızlık olarak yansımamış ve insanın iç dünyasında oluşan düşünceye karşı tepki gösterir ve faili bundan dolayı cezai sorumluluğa tabii tutar. Faile bir vatandaş olarak değil tehlike kaynağı olarak bakar. Fiil değil fail yargılaması bu hukuk sisteminin en büyük özelliğidir.[43]
Düşman Ceza Hukuku düzenlemelerinde muhataplara usulü garantiler vermek yerine, bu kişilerin ceza hukuku saldırılarına muhatap tutan ve vatandaşlık statüsü olmayan bir düşman olarak tanımlar. Ayrıca Jacops güncel çalışmalarında cinsel saldırı, terör, uyuşturucu madde ve organize suçlar ile mücadele eden kişilerle ilgili hukukla bağdaşmayan muamelelerin yapılmasını garanti altına alan bir mücadele kanunundan bahsetmiştir. Jacops’a göre, adi suçlular hatalı ve anlaşılabilir insanlardır. Buna düşman değil vatandaş olarak davranılmalıdır. Ancak düşman olarak kabul edilen kişilerin vatandaş statüsü yoktur.[44]
Günümüz uygulamalarına bakıldığında yapılan muamelelerin aslında devletin düşman olarak kabul ettiği, yaşama hakkı dahi tanımadığı, vatandaş olarak görmediği, adeta bir iç düşmana yapılan muamelelere benzediği ortadadır. Ancak unutulmamalıdır ki bizim ceza hukuku sistemimiz Jakops’un düşman ceza hukuku ilkelerini değil, Avrupa İnsan Haklar Sözleşmesiile demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletine ait anayasa ve kanunlara göre dizayn edilmiştir. Yukarıda sayılan tarzda ki uygulamalar bütünüyle bizim hukuk sistemimize aykırıdır. Bu aykırılık bugün görmezden gelinse bile yakın gelecekte hukuk aklının ve felsefesinin galip geleceği ve yapılan bu yanlışlıkların düzeltileceğine dair inancımız tamdır.
SONUÇ
Sonuç olarak, özellikle 15 Temmuz Darbe Girişiminden sonra uluslararası sözleşmeler, Anayasamız ve ilgili kanunlarla teminat altına alınan birçok hak ve özgürlükler yetkililer tarafından uygulamalarla yokmuş gibi ayaklar altına alındığı ancak söylemlerde bu hakların varmış gibi yansıtıldığı bir dönem yaşamaktayız. Birçok uygulamasını 12 Eylül döneminde tarihe gömdüğümüzü sandığımız hukuk dışı, işkence, baskı, sansür, keyfi gözaltı ve tutuklamaların ise tekrardan hortladığını ve sistematik olarak insanların günlük hayatına zerk edildiğini görmekteyiz. Yukarıda belirtilen hususların yargı mensupları tarafından zımnen benimsenmiş olduğu gerçeği, aşağıda verilen anket sonuçlarıyla takdirlerinize sunulmuştur.
21-31 Mart tarihleri arasında, 4200 denek (3800’ü hâkim, savcı ve avukat) üzerinde yapılan anket sonuçlarına göre;
- Hukuk sistemi % 35 oranında adalet üretmektedir.
- “Adamınagöre muamele” % 85 oranındadır.
- Kamu kurumları %37 oranında güvenilirdir.
- Genel olarak insanlar % 40 oranında adildir.
- Ortak adalet anlayışı % 37 oranında yerleşmiştir.
- Toplumsal kamplaşmalar hukuku % 78 oranında bozmaktadır.
- Hukukun toplumdaki karşılığı % 33’tür.
- Ayrımcılığa uğrama kaygısı % 81 düzeyindedir.
- Genel hukuki memnuniyet % 33’tür.
- Hukuk öğrencilerinin yüzde 87’si liyakatle iş bulacaklarına inanmamaktadır.
- Hâkim-savcılar,avukatları % 39 oranında dürüst bulmaktadır. Yargı yönetimini ise % 46 oranında adil bulmaktadır.[45]
Av.Vildan Yirmibeşoğlu
____________________________________________________________________________________________________________________________
[1] İbrahim Kaboğlu, “Özgürlükler Hukuku 1, 7. Bası, İmge, ekim 2013,s.101
[2] <https://www.memurlar.net/haber/668265/ohal-komisyonu-baskan-ve-uyeleri-belli-oldu.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[3] Van den Hurk c/Pays-Bas, 19 avril 1994, <https://hudoc.echr.coe.int/fre#{"itemid":["001-62434"]}>
[4] 685 sayılı KHK’nın 3/2. maddesi “Komisyonun ilk seçilen üyeleri, iki yıllık sürenin sonuna kadargörev yapar. “iken 4/1. maddesi “Üyelerin süreleridolmadan herhangi bir nedenle görevlerine son verilemez.” şeklindedüzenlenmiştir.
[5] <http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/son-dakika-kritik-gorevin-sahibi-belli-oldu-2053616/> ( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[6] <http://d.barobirlik.org.tr/2017/20170116_venediktercume.pdf>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[7] <http://bianet.org/bianet/insan-haklari/185129-21-gazeteci-icin-tahliye-karari-veren-hakimler-aciga-alindi>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[8] <https://www.memurlar.net/haber/667240/iki-ayri-bylock-karari-veren-hakimin-yeri-degistirildi.html> ( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[9] <http://t24.com.tr/haber/bylocktan-verilen-mahkumiyet-kararini-bozan-hakimler-suruldu%2C406096>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[10] <http://www.milliyet.com.tr/mahkeme-baskani-degismisti-gundem-1351399/>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[11] <http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/208599/17_Aralik_in_h_kimine_odul.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[12] <http://hukukmedeniyeti.org/haber/10544/hsyk-dan-istanbul-sulh-ceza-mahkemelerine-yeni-ata/> ( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[13] <http://www.hurriyet.com.tr/emniyette-boyle-dedim-sucsuz-yere-tutukladim-helallik-istedim-40436158>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[14]<http://t24.com.tr/yazarlar/atilla-guner/berberogluna-25-yil-veren-heyetteki-uye-10-ay-once-hakim-oldu%2C17476>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[15] <http://www.hurriyet.com.tr/yargitay-uyesinin-itiraflari-ablam-cemaatci-40282089>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[16] <http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/714759/iste_bagimsiz_ve_tarafsiz_yargi_.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[17] <http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/745521/Erbabindan_FETO_sorusturmasi.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[18] <http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/yani-bu-at-pazarligini-sadece-feto-mu-yapti-40281074>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[19] <http://t24.com.tr/haber/avrupa-yargi-kurullari-agi-hsyknin-gozlemci-statusunu-askiya-aldi%2C375941>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[20] İbrahim Kaboğlu’nun 26.08.2017 tarihli “Adalet Kurultayı”konuşmasından.
[21] <http://siyasihaber3.org/sancar-turkiyede-yargi-sorun-degil-cunku-artik-yargi-yok/63742>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[22] <http://www.hurriyet.com.tr/kitap-yasagi-yangin-korkusundanmis-40320454>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[23] <http://www.hurriyet.com.tr/fetocu-degil-masonum-40274540>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[24] <http://www.yenicaggazetesi.com.tr/bozdagdan-fetocu-hakim-aciklamasi-152521h.htm>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[25]<http://www.milligazete.com.tr/haber/916933/binali-yildirim-adaletteki-yapacaklarimizda-biraz-geciktik-yargiya-olan-guven-azaliyor>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[26] <http://odatv.com/danistay-baskani-cubbesinde-neden-dugme-olmadigini-biliyor-mu-1205141200.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[27] <http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/538261/Yuksek_yargi_Erdogan_la_cay_topladi.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[28] <http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar/basin/kararlarailiskinbasinduyurulari/bireyselbasvuru/detay/66.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[29] <https://www.sabah.com.tr/webtv/turkiye/ilicak-ahmet-mehmet-altan-darbeyi-konusmus>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[30]<http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/598414/Savci__subliminal__gerekce_buldu__Ahmet_Altan_ve_Mehmet_Altan_gozaltinda.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[31] İbrahim Kaboğlu’nun 26.08.2017 tarihli “Adalet Kurultayı”konuşmasından.
[32] İbrahim Kaboğlu’nun 26.08.2017 tarihli “Adalet Kurultayı”konuşmasından.
[33]<http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/717f7c20-b696-4379-84f6-dfb568f8844a?excludeGerekce=False&wordsOnly=False>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[34] <https://www.youtube.com/watch?v=Q2BbkxmmYFQ>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[35]<https://www.ulusal.com.tr/gundem/cumhuriyet-gazetesi-genel-yayin-yonetmeni-murat-sabuncu-nun-tutuklanma-gerekcesi-belli-oldu-h127255.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[36] İbrahim Kaboğlu’nun 26.08.2017 tarihli “Adalet Kurultayı”konuşmasından.
[37] <http://www.diken.com.tr/fetoden-tutuklu-dogan-yoneticisi-muratoglunun-tahliye-talebine-ret/>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[38]<http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/746779/Sorusturmanin_en_buyuk__suclamasi___ByLock_kullanan_neden_seni_aradi_.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[39]<http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/846456/Hak_savunuculari___Adalet_Yuruyusu_nu_kaosa_cevirmeyi_amaclamakla_suclandi.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[40] <http://www.diken.com.tr/eski-alman-basbakani-schroder-gizli-gorevle-erdogani-ziyaret-etmis/>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[41] <http://www.toplumsalhukuk.net/polis-siddetine-khk-korumasi.html>( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[42] Prof. Dr.Kai Ambos (Çeviren: Serkan Oğuz), “Düşman Ceza Hukuku”, Küresel Bakış Dergisi,sayı:22, 22.06.2017, sayfa:84. ( Erişim Tarihi: 01.12.2017)
[43] SalihGülgeldi, “Düşman Ceza Hukuku”, www.hukukihaber.net, 13.11.2013( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[44] Ambos, s:88-91. ( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )
[45] Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim üyesi Yrd.Doç. Dr. Emir Kaya, ‘Türkiye’de Hukuk Zihniyeti’ başlıklıproje kapsamında gerçekleştirdiği anket sonuçları, <www.academia.edu/29437017/Hukuk_Zihniyeti> ( Erişim Tarihi: 01.12.2017 )