Hukuka Rağmen Adaletsizlik
Adaletsizliğiengelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir;
ama itiraz etmeyibeceremediğiniz bir zaman asla olmamalı.
Elie Wiesei
Hukukun üstünlüğünü benimseyen yönetimlerde ‘hikmeti hükümet’, ‘kamu yararı’,‘yönetimin takdir hakkı’ ‘devletin bekası’ gibi hukukun erişemediği karanlık noktalar[1] bulunmaz. Hukukun üstünlüğünün benimsendiği bir devlette her şey hukukun hakemliğinde çözümlenir. Hukukun siyasi bir araç görüldüğü yönetimlerde ise soyut ve savunana göre değişen, hukuki olmaktan ziyade siyasi bu kavramların hukuk alanında kullanılmasıyla adaletin ve vicdanın erişemediği karanlık noktalar oluşturulur. Bu durumda, genellikle yönetimin demokrasiden uzaklaştığı ya da devletin, hukuku kendi amaçları doğrultusunda düzenleyerek yargıya hareket alanı bırakmadığı, sadece şekli adaletin tecelli ettiği dönemlerde görülmektedir. Birinci durumda hukukun üstünlüğünün olduğu demokratik bir yapıdan, ikinci durumda ise üstünlerin hukuku belirlediği baskıcı idarelerden söz edilebilir.
Toplumsal huzurun sağlanması,bir hakem olarak devletin devamı, gelişmiş̧ ve güçlü̈ bir ekonomiye sahip olmanın ön koşulu hukukun üstünlüğünü zaman ve şartlara göre değişmez birilke olarak benimsemektir. Bu bağlamda hukukun üstünlüğünün bir ilke olarak benimsenmesi, yöneten muktedirlerin icat ettiği ve bırakın hukuku, vicdanın en parlak ışığının bile giremediği olağanüstü̈ yönetim uygulamalarının tesirinde kalmadan, millet adına karar veren bağımsız mahkemelerin adil vetarafsız olmalarına bağlıdır. Olağan dönemlerde yargı üzerinde genel birbaskı olmadığı için adaletin tecellisi, tarafların ve yargılamayı yapan hâkimin bilgi ve yeteneği ile konuyu düzenleyen kuralların hakkaniyetiyle ilişkilidir.Olağan dönemlerde, tüm yargı mensuplarını adalet dışında bir amaç̧ etrafında toplayacak elverişli yöntemler bulmak ta mümkün değildir. Bu nedenle hukukun üstünlüğü ilkesini bertaraf etme, ancak olağanüstü bir dönemin varlığı ilemümkün görülmüş ve tarih boyunca da hep böyle olmuştur. Olağanüstü dönmelerde yargı, siyasi veya toplumsal olayların tarafı haline getirilerek, yapılmak istenen idari ve yapısal değişiklikler veya muhalif kabul edilenlerin tasfiyesi, yargının bu pozisyonu dolayısıyla şeklen hukuka uydurularak hukuk devleti görüntüsü devam ettirilmiştir.
Bu noktada Sokrates’in yargılanması örnek verilecek ilklerden biridir. Milattan önce besinci yüzyıl Atina’sında bilgi temeline dayanan bir ahlak sistemini savunan Sokrates, yerleşik yargıları ve yönetenleri eleştirdiği için susturulması gereken biri olarak görülmüştür. Hakkında iddiada bulunanların bir kısmını bilmediğinden[2] ve bu kişiler yargılamaya katılıp şikâyetlerini açıkça belirtmediklerinden, bu kişilerle yüz yüze gelerek hakkındaki iddiaları çürütmekten yoksun bırakılmıştır[3]. Yargılama neticesinde haksız bir şekilde idama mahkûm edilerek karar infaz edilmiş̧ ve bilgi temeline dayalı ahlak anlayışını yaymaya çalışan Sokrates yargı eliyle öldürülmüştür. Benzer bir durumu Jeanne D’arc ta yaşamıştır. Önce bir kahraman ve kurtarıcı olarak kabul edilen, sonrasında içine şeytan kaçtı denerek diri diri yakılarak öldürülen biridir. Yakın tarihimizden de benzer örnekler verilebilir. İstiklal mahkemelerinde ve daha sonraki dönemlerde siyasin edenlerle yargılanarak suç ve cezaların geriye yürümezliği ilkesi çiğnenip ve ya yaş düzeltmesi yapılarak idam edilenler olmuştur. Konuyud ağıtmamak için ayrıntıya girmek itemiyorum, ancak tüm bu haksızlıkların ardından bu kişilere resmi veya gayrı resmi olarak iade-i itibar yapılmış̧ vebu dönemlere ait tüm vebal yargının üzerinde kalmıştır. Asıl önemli olannokta burasıdır. Bu nedenle yargı makamları yaptıkları iş ve işlemlerde taraf değil, adaleti gerçekleştirmek adına tarafsız kalmalı ve hukukun nüfuz etmediği ‘devletin kendini koruma refleksi’ veya ‘olağanüstü döneme özgü zorunlu ihtiyaç’gibi dönemsel siyasi söylemleri kullanarak haksızlıkların sebebi olmamalıdır.
Yukarıda yer verilen açıklamalar hukukun üstünlüğünü savunan ve bu ilkeyi gerçekleştirmeyi asıl gaye edinen bir devlet anlayışında olmaması gereken durumlara ilişkin kısa değerlendirmelerdir. Ancak bizim asıl konumuz bu değildir. Üzerinde durmak istediğim konu, olağanüstü bir dönemde yargının tamamen taraf olmaya zorlandığı ve taraf olmadığı zaman bertaraf edildiği, bu nedenle de adaletin tecellisinin zorlaştığı bir süreçte verilen beraat ve takipsizlik kararlarına rağmen, bireylerin haklarının hiçe sayılması ve en olumsuz şartlarda verilen mücevher değerindeki bu yargı kararlarının görmezden gelinmesidir. Bu kararların kıymeti, kararın taraflarından değil, zor şartlar altında adalet ışığını yansıtmalarından kaynaklanmaktadır. Adaletin gerçekleşmesini zorlaştıran ve yargının tarafsızlığını gölgeye düşüren her türlü olumsuz koşula rağmen, hakkında dava açılmamış veya yapılan yargılamada beraat etmiş kişilerin özellikle deyargı mensuplarının veya genel olarak hukukçuların masumiyetlerinin hiçe sayılması ve haklarının iade edilmemesi konusunun, hukuk ve vicdan karşısındaki durumunu değerlendirmektir.
Konunun heryönüyle ortaya konabilmesi için öncelikle yargı mensupları hakkında yapılanadli işlemleri ve bu işlemlerdeki hukuka aykırılıkları ortaya koymak gerekmektedir.16/07/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2745 hâkim vesavcı hakkında[4]darbeye teşebbüs suçuna iştirak ettikleri iddiasıyla soruşturmabaşlatılıp yakalama kararı çıkarıldı. Hiçbir delil olmadığı haldegözaltına alınarak evlerinde arama yapıldı, mal varlıklarına tedbir konuldu,suç ve cezaların şahsiliği ilkesi çiğnenerek eş ve çocukları hiçbirgerekçe gösterilmeksizin oturdukları lojmanlardan atıldı, hem de aynılojmanda oturdukları ve abi, amca dedikleri kişilerin kararlarıyla. Darbeyleilişkileri olmadığı bilinmesine rağmen bazı başsavcılıklar tarafındandarbeye iştirak ettikleri yönünde delil olduğu iddiasıyla sahte tutanaklar tutuldu ve bu tutanaklar hâkimve savcıların evraklarına eklenerek tutuklanmalarına gerekçe yapıldı. Anayasave yasaların sağladığı hukuki güvenceler görmezden gelinerektutuklamalaryapıldı.
Soruşturmasürecindeki bu uygulamalrdan sonra yüzlerce hâkim veya savcı 5275 sayılıİnfaz Yasasında hüküm olmamasına rağmen, tutukluyken hücrelere konuldu.Yukarıda yer verilen uygulamalara rağmen, bazı hakim ve savcılar hakkındasoruşturma aşamasında kovuşturmaya yer olmadığına, bazıları hakkında isekovuşturma aşamasında beraat kararı verilerek masumiyetleri yargı kararıylatescillenmiş oldu.
Ayrıca, hâkim vesavcılar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmalar yürürlüktekiyasalara uygun yürütülmemiştir. Şöyle ki, HSYK (bundan sonra HSK olarakgeçecektir) Üçüncü Dairesi’nin 16/07/2016 tarih, 2016/7900 Dosya nolu,2016/9052 sayılı kararında ‘HakimlerSavcılar Yüksek Kurulu Üçüncü Dairesi aşağıda isimleri yazılı üyelerinkatılımı ile yukarıda yazılı olan tarihte toplandı. Ankara CumhuriyetBaşsavcılığının 6.07.2016 tarihli, bila sayılı yazısı ve eki evrak ile, eklilistede belirtilen hâkim ve Cumhuriyet savcılarının, FETÖ/PDY Silahlı TerörÖrgütü üyesi oldukları ve bu kapsamda ‘Anayasayı İhlal’, ‘Yasama organınakarşı suç’, ‘hükümete karşı suç’, ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinekarşı silahlı isyan’ ve ‘silahlı örgüt’ suçlarını işlediklerinden bahislehaklarında soruşturma başlatıldığı anlaşılmakla, durumları incelendi’ dediktensonra ilk aşamada açığa alınan 27452540 hâkim ve savcının ad, soyadı, sicilve görev yerleri sayılarak haklarında 2802 sayılı kanunun 82. maddesi uyarıncasoruşturma izni verilmesi hususunda Kurul başkanına teklifte bulunmuş, KurulBaşkanı olan Adalet Bakanı da 16.07.2016 tarihinde ‘olur’ vererek soruşturmaaçılması teklifini kabul etmiştir. HSK’nın bu kararına rağmen AnkaraCumhuriyet BaşsavcılığıTürkiye’deki tüm illerde ve adliyesi bulunan tümilçelerdeki hakim ve savcıların suçüstü hükümlerine göre yukarıdasayılan suçları işlediğine karar vererek bu kişiler hakkında gözaltıkararı vermiştir.
Anayasa’nın 159.maddesinin 9. fıkrasına uygun olarak HSK’nın 2802 sayılı yasanın 82. maddesinegöre başlattığı işlem sonucu beklenilmeden suçüstü koşulları oluşmadanhâkim ve cumhuriyet savcıları hakkında soruşturma ve kavuşturma işlemleriyapılmış ve bu suretle Anayasa ve Yasaya aykırı davranılmıştır.
667 sayılı KHK’nın4. maddesinde hâkim ve cumhuriyet savcıları ile ilgili olarak HSK tarafındanişlem yapılacağı belirtilmesine karşın, yapılacak idari soruşturmanın hangiusule göre yapılacağı konusunda özel bir düzenleme öngörmemesi nedeniyleidari soruşturmanın da 2802 ye göre yapılması gerekirken, bu usule uymaksızınve savunma hakkı tanınmaksızın meslekten ihraçlarına karar verilmiştir.İhraç kararında, ihraç edilen hâkim ve savcılar hakkında soruşturma açılıptutuklanmaları gerekçe gösterilirken, hâkim ve savcıların tutuklamakararlarında HSK tarafından açığa alınmaları tutuklama nedeni sayılarak,idarenin kararına gerekçe yaptığı hususlara yargı; yargının kararlarına gerekçeyaptığı hususlara da idare atıfta bulunmakla yetinmiştir.
Anayasanın 37. maddesinde‘Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüneçıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merciönüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü mercilerkurulamaz’ hükmüne rağmen, hâkim ve savcılara isnat edilen suç ve suçunişlendiği tarihten sonra 02.01.2017 tarih ve 680 sayılı KHK’nın 7. maddesiylegörevli ve yetkili mahkemeler değiştirilerektabi hâkim ilkesi ve dolayısıyla Anayasaya aykırı işlem yapılmıştır.
Yine hâkim vecumhuriyet savcıları hakkında ağır cezalık suçüstü halinin varlığı ilerisürülerek soruşturma başlatıldığı tüm resmi evraklarda ve iddianamelerdeyer almasına karşın, 2802 sayılı Yasanın 94. maddesine aykırı olarak yargımensupları hakkındaki işlemler Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılmışve soruşturmanın suçun işlendiği yer cumhuriyet savcılığınca bizzatyapılması gerekirken pek çok işlem kolluk marifetiyle gerçekleştirilmiştir.
Bu konuda belki deönemle üzerinde durulması gereken konu suç ve cezaların geriye yürütülmesidir.Anayasanın 38. maddesinde ‘Kimse işlediği zaman yürürlükte bulunan kanununsuç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz’ kuralı yer almaktadır.Benzer düzenleme 5237 sayılı ceza Kanununun 2. maddesinde ‘kanunun açıkçasuç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiriuygulanamaz’ biçiminde yer almıştır. Aynı kanunun 7. maddesinde de‘İşlediği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan birfiilden dolayı kimseye ceza verilmez’ kuralı yer almaktadır. Avrupa İnsanHakları Sözleşmesinin 7. maddesinin 1. fıkrasında ise, ‘Hiç kimse işlediğizaman ulusal ve uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiil veyaihmalden dolayı mahkûm edilemez’ düzenlemesi bulunmaktadır.
Yukarıda yerverdiğimiz ulusal ve uluslararası bu düzenlemelerin amacı, suç ve ceza hükmüiçeren yasaların geçmişte yer alan olaylara uygulanmasını engellemektir.
Yine Anayasanın 15.maddesinin 2. fıkrasında, savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstühallerde suç ve cezaların geriye yürütülemeyeceği hükmü yer almaktadır.Benzer düzenlemeyi İnsan Hakları Sözleşmesinin 15. maddesinde degörmekteyiz. Madde hükmüne göre savaş veya genel tehlike hallerinde dahiSözleşmenin 7. maddesindeki hak ve yasal korumanın istisna tutulamayacağıbelirtilmiştir.
Hepimizin bilgisidahilinde olduğu üzere bu yapı ilk defa 26.05.2016 tarihli MGK toplantısındaalınan idari bir karar ile terör örgütü olarak tanımlandı ve 15 Temmuz 2016tarihindeki menfur darbe teşebbüsü sonrasında da silahlı terör örgütüolarak kabul edilmeye başlandı. Meslekten çıkarılan hâkim ve savcılarhakkında soruşturmaya konu eylemlerimin tamamı 15 Temmuz 2016 tarihi öncesineait eylemler olarak tutanaklara yansımıştır. Soruşturma veya kovuşturmamakamlarının kabulü de bu yöndedir. Bu nedenle Anayasa, AİHS ve Ceza Kanunuhükümleri ile hukukun evrensel kuralları gereği suç ve cezalar geriyeyürütülerek haklarında soruşturma ve kovuşturma yapılan, ancak beraateden, hâkim ve savcıların bu durumları da gözetilerek haklarının iade edilmesivicdani bir sorumluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda yerverilen hususları çoğaltmak mümkündür ancak bizim konumuz bu olmadığındanörnek sayılabilecek ve önemli gördüklerimize değinmekle yetindik. Anaysa veyasaya uygun olmadığını düşündüğümüz işlemlere yer vermekteki amacımız, adlive idari olarak yapılan işlemlerin başlangıcından itibaren haksızlığauğramış, mesleklerinden atılmış, tutuklanmış ve sadece kendileri değil eşve çocuklarıyla ailecek mağdur edilmiş yargı mensuplarının bu durumlarınıortaya koymak ve beraat eden veya haklarında dava bile açılmayanlarınmağduriyetlerine son verilerek en azından çektikleri acıları bir nebzehafifletmeye yardımcı olmaktır. Görevi adalet dağıtmak olan yargı mensuplarıiçin bu iş, hem insani, hem vicdani bir sorumluluk, hem de hukuk devletiningereğini yerine getirme vazifesidir.
Aksini düşünmekhukuk devleti ilkesinden vazgeçmektir. Hukuk devleti demek insan haklarınasaygı gösteren, tüm işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı bulunandevlet demektir[5].Yargı denetimi hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Çünkü insanhaklarına saygılı olmayan ve davranışlarında hukukun evrensel ilkelerine veAnayasaya uymayan bir yönetimi, bu tutumundan caydırabilecek ve meşruluksınırına çekerek hukukun içinde tutabilecek güç, yargı denetimi vegücüdür. Yargı da gücünü verdiği kararların işlevsel olmasından alır.Adil ve tarafsız bir yargılama sonucu verilen kararlar işlevsizse bu durumdayargının gücünden, dolayısıyla da hukuk devletinden söz edilemez.
Konuyu cezamahkemelerince verilen kararların etkileri açısından da değerlendirmekteyarar bulunmaktadır[6].Ceza mahkemeleri, ceza yargılamasının niteliği gereği maddi hakikatiaraştırmakla görevlidir. Bu nedenledir ki ceza mahkemelerinin verdiğikararlar hukuk mahkemelerini bağlamaktadır. Bu konu yerleşik içtihatlarlauygulamada netlik kazanmış ve doktrinde de genel kabul sağlamıştır[7].
Anayasanın‘Mahkemelerin bağımsızlığı’ başlıklı 138. maddesinde ‘Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukukauygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam,merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emirve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.’ kuralıyer almaktadır. Ancak Anayasanın bu hükmüne rağmen ceza yargılamasısonucunda verilen kararın, hukuk mahkemelerindeki bağlayıcılığı ve idaremahkemelerindeki etkileri dikkate alındığında ceza yargılama hukukuna hakimolan ilkelere uyularak yapılan bir yargılama sonucunda verilen kararın, maddihakikati temsil etmesinden kaynaklandığı söylenebilir.
Yazının konusuaçısından durumu değerlendirdiğimizde, ceza yargılama hukukunu uygulayanmakamlar tarafından yargılanıp beraat eden veya haklarında herhangi bir davaaçılmaksızın soruşturma süreci sonlandırılan hâkim ve savcılar hakkındaverilen kararların, hakkında karar verilenler için olumlu bir etkisininolmaması, diğer bir ifade ile idare tarafından yargı mensuplarına haklarınıniade edilmemesi, hukuk devletinde kabul edilemez bir durum olarak gözükmektedir.Çünkü Anayasanın 138. maddesine rağmen, ceza yargılaması sonucu verilen bukararlar niteliği itibarıyla başka yargı dalındaki mahkemeleri bağlarken,idarenin bu kararları görmezden gelmesi düşünülemez.
Hukuk devletinde yada hukukun üstünlüğünün esas alındığı devletlerde yönetiminkeyfiliğinden söz etmek mümkün değildir. Keyfilik kamu düzenini sağlamabahanesiyle her yolu meşru gören polis devletinde[8] görülen hukuk dışı birtavırdır. Bu bağlamda ifade etmek gerekirse, masumiyetleri yargı kararıylatescillenen kişilere iade-i itibar yapmamak, diğer bir ifade ile yargınınverdiği ‘suçsuzdur’ hükmünü tanımamak, yargıyı hiçe saymak anlamına gelirki bu keyfilikten de öte hukuk devleti ilkesinin ağır şekilde zedenlenmesi olarakgörülebilir.
Hâkim veya savcıolan hukukçuların yanı sıra, kamunun farklı kademelerinde görevli iken OHAL KHK’larıile kamu görevinden çıkarılmış hukukçuların da takipsizlik veya beraat almışolmaları veya haklarında hiçbir adli işlem olmamasına rağmen serbest meslekolan avukatlık mesleğini icra etmelerine engel olunması ise hukuk devletindenuzaklaşılmış olmasının bariz bir göstergesi haline gelmiştir. Yazının genelindeanılan şartlara rağmen yargının suçsuz bulduğu kişilerin haklarının iadeedilmemesi yanında başkaca haklardan da mahrum bırakılmalarının hukuki birizahı bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, OHALkoşullarında, temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı ve yargınınyaşanan olayların etkisinde bulunduğu bir dönemde, yukarıda örnek olarakbir kısmına yer verilen hukuka aykırı işlemlerle mesleklerinden çıkarılanancak; yargı kararıyla masumiyetleri ispat edilen avukat, hakim ve cumhuriyetsavcılarının, haklarının iadesi ve görevlerine döndürülmeleri hukukdevletinin bir gereği olduğu gibi yönetenler açısından da vicdani ve hukukibir ödevdir.
Ayrıca yukarıda yerverilen ve isimleri sayılan bazı örnek kişilerin, haksızlığa uğradığıiçin yüzyıllar boyu hatırlanan dönemleri ile günümüz Türkiye’sininkıyaslanmaması için de bir fırsat olarak görülmelidir. Diğer taraftan hukukdevleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin sadece kitaplarda yazılıkavramlar değil, evrensel bir ilke olarak yaşandığının göstergesi deolacaktır. Tüm olumsuzlukları aileleriyle yaşayan, pek çoğu itibarıyla,derin ve kalıcı psikolojik etkileri olacak olaylara maruz bırakılan hukukmensupları için iade-i itibar, yukarıda yer verilen nedenlerle acil veçözülmesi öncelikli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Av. Vildan YİRMİBEŞOĞLU
[1] Selçuk, Sami, Zorba Devletten HukukunÜstünlüğüne, Yeni Türkiye Yayınları, Altıncı Baskı s. 540
[2] Sokratesin Savunması adlı kitaptaSokrates savunmasını yaparken Meletos, Anytos ve Lykon dan söz eder vehakkındaki yalanlarla şartlandırılmış Atinalılardan Aristophanesdışındakileri tanımadığından savunmasını iddiada bulunanları bilmeden vetanımadan yapmak zorunda kalır. Bkz. Sokratesin Savunması Türkiye İş BankasıKültür Yayınları XI. Basım s. 50-54
[3] Günümüz yargılamalarındaki isimsizve imzasız ihbar mektupları ile gizli tanık beyanlarına benzemektedir.
[4] Bu sayı daha sonraki süreçte 4500kişiyi geçmiştir ve halen hakim ve cumhuriyet savcıları meslekten ihraçedilerek tutuklanmaktadır.
[5] Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devletitanımı ve nitelikleri için bkz. AYM Kararı, 1976/45 E, 1977/1 K, KT13.01.1977;1994/80 E, 1995/27 K, KT 06.07.1995; 2002/100 E, 2004/109 K, KT 21.09.2004;daha fazla karar için http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/
[6] Burada üzerinde durulmak vetartışılmak istenen konu, ceza mahkemesi kararlarının diğer yargı alanındakimahkeme kararlarına etkisi değil, Anayasanın 138. Maddesine rağmen, cezayargılama hukukuna sahip olan ilkeler nedeniyle ceza mahkemesince verilen kararlarınüstün niteliğini belirtip diğer mahkeme kararlarıyla kıyas yaparak, verilenberaat hükmünün hukuk içerisindeki önemini vurgulamaktır.
[7] Yargıtay'ın yerleşik uygulamasına veöğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine dair ceza mahkemesikararı hukuk hakimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı yada yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukukmahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (H.G.K.'nun 11.10.1989gün ve 1989/11-373 E., 472 K.; H.G.K.'nun 27.4.2011 gün ve 2011/17-50 E.,2011/231 K; Ayrıca ceza mahkemesi kararının bağlayıcılığı için bkz.H.G.K.'nun 09.04.2014 gün ve 2013/4-1008 E., 2014/490 K. sayılı ilamları).Benzer konuda bkz. ‘...Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminintespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusuile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir(...)” YargıtayHGK, T. 13.05.2015, E. 2013/2152, K. 2015/1340 (http://emsal. yargitay.gov.tr).
[8] Polis devleti, hukuk devletikavramının zıddı olarak kullanılan ve Almanya’da ‘kamu düzenini sağlamak’için her yola başvuran devlet anlayışını ifade için kullanılan birkavramdır. Bu konuda bkz. Hukuk Devleti, Hukuki Bir İlke Siyasi Bir İdeal,Adres yayınları, s. 11.